Sene içinde kudsî bir çekirdek: Berat Gecesi
Yıllık bir program çerçevesinde yürütülen ticarî ve iktisadî faaliyetler yıl sonunda o program esaslarına göre kontrol ve teftiş edilir. Kâr-zarar hesapları yapılır. Kesin bilânçonun tesbitinden sonra da gelecek yılın programı hazırlanarak şeklini alır. Her yıl tekrar edilen bu kontrol ve tesbit muâmeleleri sayesinde, iktisadî hayatta istikrarlı ve sağlam bir ilerlemenin temini mümkün kılınır.
Bu misâlin ışığında mânevî hayatımıza ve faaliyetlerimize bakalım. Dünya, ahiret hayatının kazanılması için yaratılmış bir mânevî ticaret yeri olduğuna göre, o ticaretle alâkalı faaliyetlerin de yıllık muhasebeye tabi olması gayet tabiîdir. Bu muhasebenin vakti üç ayların içindedir ve Berat Kandiliyle başlayıp Kadir Gecesiyle biten devreye rastlar.
Kur’ân-ı Kerim’de “Bütün hikmetli işler o gecede tefrik olunur”1 meâlinde bir âyet-i kerime vardır. Bir kısım müfessirlere göre Kadir Gecesini ifade eden bu âyet, diğer bazı müfessirlerce ise Berat Kandiline delâlet etmektedir. Her iki tefsiri telif eden diğer bir görüşe göre de, hikmetli işlerin tefrikinin yapılmasına Berat Gecesinde başlanmakta ve bu iş Kadir Gecesine kadar devam etmektedir. Peki bu hikmetli işler nelerdir ve bu âyetin mânâsı nedir?
Hz. İbni Abbas’tan (ra) rivayet edildiğine göre, hikmetli işlerin birbirinden ayırd edilmesi şu şekilde cereyan etmektedir: Bu seneden gelecek seneye kadar vuku bulacak hadiselerin hepsi ayrı ayrı melekler tarafından defterlere yazılır. Rızıklar, eceller, zenginlik, fakirlik, ölümler, doğumlar hep bu esnada kaydedilir. O yılki hacıların sayısı bile bu devrede takdir olunur. Herkesin ve her şeyin o sene içindeki mukadderatı kaydedilir. Rızıkla alâkalı defter Mikâil’e, harplere dair defter Cebrail’e, ölüm ve mûsîbetlerle alâkalı defter de Azrail’e teslim edilir. Fahr-i Razî’nin beyanına göre, bu defterlerin tanzimi Berat Gecesinde başlar ve Kadir Gecesinde tanzim işi tamamlanarak her bir defter, sahibine teslim edilir.2
Berat Kandilinin “Bütün senede bir kudsî çekirdek hükmünde ve mukadderat-ı beşeriyenin programı nev’înden olması cihetiyle Leyle-i Kadrin (Kadir Gecesinin) kudsiyetinde” olması bu mânâlara da dayanmaktadır.3
Tefsirlerde bu gece ile alâkalı olarak şu mahiyette izahlara da rastlanmaktadır: Vergi ödendiği zaman nasıl vergi borçlusuna borcundan kurtulduğunu gösteren bir senet veriliyorsa, Allah da Berat Gecesinde mü’min kullarına berâet yazar. Bu gecenin beş ayrı husûsiyeti vardır: (1) Bütün hikmetli işlerin tefrikine başlanması, (2) Bu gecede yapılacak ibadetlerin sair vakitlere nisbetle kat kat sevaplı olması, (3) Rahmetin bütün âlemi kuşatması, (4) Mağfiretin coşması ve (5) Resûlullaha (asm) tam bir şefaat selâhiyetinin verilmiş olması. Zemzem suyunun bu gecede bariz bir şekilde coşup çoğalması da bu mânâları takviye eden kudsî bir işaret olarak yorumlanmaktadır.4
Peygamber Efendimizin (asm) hadis-i şeriflerinde Berat Gecesinin feyiz ve bereketini muhtelif şekillerde nazara vermişlerdir:
“Şaban’ın 15. gecesi geldiğinde, geceyi kâim, gündüzü de oruçlu olarak geçirin. O gece güneş battıktan sonra Allah rahmetiyle dünya semasına iner ve şöyle seslenir: ‘İstiğfar eden yok mu? Af ve mağfiret edeyim. Rızık isteyen yok mu? Hemen rızıklandırayım. Belâya uğrayan yok mu? Hemen selâmet ve âfiyete kavuşturayım.’ (Hakezâ, fecrin doğmasına kadar bu minval üzere devam eder.)”5
Çünkü o gece İlâhî rahmet coşmuştur. Berat Kandili, beşer mukadderatının programı çizilirken, insanlara verilen eşsiz bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirip günahlarını affettirebilen, gönlünden geçirdiklerini bütün samimiyetiyle Cenâb-ı Hakka iletip isteklerini Ondan talep eden ve belâlardan O’na sığınan bir insan ne kadar bahtiyardır. Buna mukabil, her tarafı istilâ eden bu Rahmet tecellisinden istifade edemeyen bir insan da ne kadar bedbahttır.
Resûlullah (asm) bir başka hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:
“Muhakkak ki, Allah Şaban’ın 15. gecesinde rahmetiyle yetişip her şeyi kuşatır. Bütün mahlûkatına mağfiret eder. Yalnızca müşrikler ve kalbleri düşmanlık hissiyle dolu olup insanlarla zıtlaşmaktan başka birşey düşünmeyenler müstesnâ.”6
Görüldüğü gibi, şu veya bu şekilde Allah’a ortak koşanlarla ruhları düşmanlık hisleriyle dolu kimseler de bu eşsiz gecenin sonsuz feyiz ve bereketinden istifade edememektedirler.
Üç aylara ayrı bir ruh ve hava ile giren Peygamber Efendimiz (asm) bilhassa Şaban ayına hususî bir itina gösterir, başka zamanlarda görülmemiş bir derecede ibadete ve ahiret amellerine yönelirdi. Bu ayın çoğu günlerini oruçlu geçirirken, geceleri de diğer gecelerden çok farklı bir şekilde ihyâ ederdi.
Bir Berat Gecesinde uyanıp da Resûlullahı (asm) yanında bulamayan Hz. Aişe (ra) kalkarak onu aramaya başladı. Nihayet Baki Kabristanında, başını semaya kaldırmış halde buldu. Peygamberimiz (asm) muhterem hanımına Berat Gecesinin fazîletini şöyle anlattı:
“Muhakkak ki, Allahu Teâlâ Şaban’ın 15. gecesinde dünya semasına rahmetiyle iner ve Benî Kelb kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca mağfiret eder.”7
İşlenen sevapların değeri sair vakitlerde on ise, Berat Kandilinde yirmi bindir. Meselâ başka zamanlarda okuduğumuz bir tek Kur’ân harfine on sevap veriliyorsa, bu gecede her bir harf için yirmi bin sevap alabilmekteyiz. Bu bakımdan, tam bir ihlâsla çalışıp ihyâsına gayret gösterilebildiği takdirde, Berat Kandili kişiye elli senelik bir ibadet hayatının sevabını bir gece içinde kazandırabilmektedir. “Onun için, elden geldiği kadar Kur’ân ve istiğfar ve salâvatla meşgul olmak büyük bir kârdır.”8
Ferdin çalışma ve kazanma gücü maddî hayatta olduğu gibi, mânevî hayatta da sınırlıdır diyorsak, bunun da çaresi vardır. Aynı gayeyi paylaşan ve dünyada aynı maksatla yaşayan mü’min kardeşlerimizle birlikte teşkil ettiğimiz mânevî şirket, bize hesabından aciz kalacağımız sonsuz bir mânevî serveti kazandırabilir. Üstelik maddî kazançlarda, kazanç ortaklar arasında bölünerek küçüldüğü halde, mânevî kârda böyle birşey kat’iyen bahis mevzuu değildir. Zirâ mânevî faaliyetler nurânîdir. Nur ise maddî eşya gibi bölünmez ve küçülmez.
Bu idrâk ve şuur içinde tes’id edeceğimiz Berat Kandillerinin hepimiz için hayırlara, feyizlere ve fütuhata vesile olmasını Cenâb-ı Hakkın sonsuz rahmetinden bekliyor ve niyaz ediyoruz.
(Üç Aylar ve Kandillerimiz, Y.A.Neşriyat)
Dipnotlar:
1- Duhan Sûresi, 4.
2- Hulâsatü’l-Beyan, 13:5251
3- Şuâlar, s. 426.
4- Hak Dini Kur’ân Dili, 5: 4295.
5- İbni Mace, İkame: 191.
6- A.g.e.
7- A.g.e.; Tirmizî, Savm: 39.
8- Şuâlar, s. 425.
|
16.08.2008
|
|
Su ve tövbe
Suyu ilk kullananlar, insanlık tarihi boyunca inananlar olmuştur. Su, canlılar için en hayatî önemi haiz bir nimettir. İnsanlar uzun süre aç kalabilse de, susuzluğa çok kısa bir süre dayanabilirler. Su, İslâm medeniyetinin olmazsa olmaz maddesidir. Mü’minin daima maddî ve manevî temiz olması gerekiyor. Su maddî temizliği sağlarken, tövbe de mânevî temizliği sağlıyor. Kur’ân-ı Kerim’de Rabbimiz bu konuda bize şunları emreder:
“O’na (Kur’ân’a) temizlenenlerden başkası dokunamaz.” (Vakıa: 79.), “Eğer cünüp iseniz tam temizlenin” (Maide: 6), “Allah, tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara: 222) “Onda—takva üzerine kurulan mescidde—temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever.” (Tevbe: 108) “Elbiseni temiz tut.” (Müddessir: 4)
Peygamber Efendimiz de yemeklerden önce ve sonra mutlaka ellerini yıkar ve bizim de yıkamamızı tavsiye ederdi. Malesef benim üniversitemdeki öğrenciler, ellerini pek yıkamazlar. Hepatit aşısı oluyorlar bu yüzden. Ben abdest alırken merakla bakıyor Hıristiyan kızcağızlar. Yalnız Japonların suyu en çok kullanan millet olduğunu okumuştum bir ara. Günde üç defa duş aldıkları oluyormuş.
Bizdeki en önemli temizlik nimetlerinden birisi de, namazdaki hadesten ve necasetten taharet kuralıdır. Hep konuşmalarımızda sık sık bahsederiz: “Temizlik imandandır.”
Maalesef batılı, WC’de su kullanmayı bilmiyor. O yüzden parfüm sanayi gelişme göstermiş galiba. Şimdi batı medenî oldu. Geçmişte İspanya’da su kullanan Müslümanlara karşı engizisyon mahkemeleri kurulmuştu. Gusleden Müslümanları, su ile temizlenenleri veya abdest alanları araştırarak yakaladıklarında ölüm dahil en ağır cezalara çarptırmışlardır.
Bilahare mikrop, virüs ve bakterilerin keşfi ile birlikte; suyun kıymeti anlaşıldı. Hijyenik koşullar sağlandı. Yüksek frekans altında çekilen fotoğraflarla, insanların yorgun ve hasta olup olmadıkları, dokuların kansere yakalanıp yakalanmadığı tesbit edilebildiği gibi; yine bu yöntemle, gusül abdesti alması gereken insanlarda korneanın sertleşip garip bir renk aldığı, fakat boy abdesti aldıktan sonra tekrar normal vaziyete döndüğü tesbit edilmiştir.
Günahlar da mânevî kirler mesabesindedir. Bu kirlerden de tövbe ile kurtulur, temizleniriz. Üstad Hazretleri: “Risâle-i Nur’un hakikî ve sadık şakirtlerinin mâbeynlerindeki düstur-u esasiye olan iştirak-i âmâl-i uhreviye kanunuyla ve samimi ve halis tesanüd sırrıyla herbir halis, hakikî şakirt, bir dille değil, belki kardeşleri adedince dillerle ibadet edip istiğfar eder. Bin taraftan hücum eden günahlara, binler dille mukabele eder” diyor.
Mevlânâ da, günaha bulaşmış insanı çamura düşmüş merkebe benzetir ve der ki: “Bir merkep bile hızlı yürüyeyim derken düşse, kalkmak ve kurtulmak için uğraşır durur... Çamurda yatmak ve orada kalmak için düştüğü yeri düzeltmeye kalkışmaz. Çünkü çamurun yaşanacak bir yer olmadığını merkep merkepliği ile bilir. Senin duygun, merkebin duygusundan daha mı aşağı ki gönlün kötü huylar, kötü günahlar, dünyevî arzular çamurundan sıçrayıp kalkmıyor? Günah işlerken yorumlarda bulunuyor, kendini haklı çıkarmaya uğraşıyorsun da seni alçaltan süflî duygulardan gönlünü çekip çıkarmak istemiyorsun. ‘Ne yapayım elimden bir şey gelmiyor. Allah kerem sahibidir; acze düşmüş kulun suçuna bakmaz’ diyorsun.”
Sonuç olarak bu dünyada su da, tövbe de bol. İkisini de bol miktarda kullanmakta bir sakınca yok.
Not: Okuyucularımızın ve âlem-i İslâmın Berat Kandilini tebrik ederim.
|
H. Kübra AKDEMİR
16.08.2008
|