Anayasa Mahkemesinin AKP hakkındaki kararını açıklamasından bu yana geçen zaman zarfında yaşananlar, kararla verilen “ciddî ihtar” mesajının iktidar partisi cenahında gayet iyi alındığını düşündürüyor.
Karar için sıcağı sıcağına yaptığı değerlendirmede partisinin bundan sonra da cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çıkacağını ve önceliklerinin “toplumsal barışı sağlamak” olduğunu söyleyen Başbakanın tavırları bunu gösteriyor.
Yeni sürecin özelliğini, AKP’nin bu dönemde nasıl bir çizgi takip edeceğinin işaretini vermesi açısından en çarpıcı biçimde ortaya koyan ilginç örneklerden biri, Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Edibe Sözen’in hazırladığı “Gençliği koruma kanunu” taslağının bizzat Başbakan tarafından gösterilen sert tepkiyle derhal geri çektirilmesi.
Sözen, AKP’nin 22 Temmuz vitrininin önde gelen figürlerinden biriydi. Kadındı, başı açıktı. Parlak bir akademik kariyere sahipti. Bu özellikleriyle, 2006 kongresinde partinin medya ile ilişkilerden sorumlu başkan yardımcılığına getirilmiş ve seçimde İstanbul milletvekili olmuştu.
Hazırladığı kanun taslağında ise gençleri müstehcen yayınlardan korumaya yönelik tedbirler öngörülürken, ayrıca okullarda ibadethane açılmasına dair düzenlemeler yer almaktaydı.
Haddizatında Sözen’in bu taslağı için yapılacak en isabetli yorum, “fazlasıyla gecikmiş bir görevi ifa girişimi” olmalıydı. Çünkü gençlik, senelerdir müstehcen yayınlar başta olmak üzere gayri ahlâkî telkinlerin bombardımanı altında.
Buna ilâveten, okulda ibadethane teklifi de, son dönemde bir kısım medyanın sık sık provokasyon amaçlı olarak gündeme getirdiği bir konuda kalıcı çözüm öngören bir düzenlemeydi.
Gerçi bu konunun kanun yerine, yıllar önce AP hükümetinin Millî Eğitim Bakanı Nahit Menteşe tarafından yapıldığı gibi genelgeyle çözülmesinin daha isabetli olabileceği tartışılabilir.
Ama durup durup büyük ve bağışlanmaz bir suç işleniyormuş edasıyla gündeme getirilen “lisede namaz” yayınlarına rağmen, öğrencilerin ibadet ihtiyacını karşılayacak tedbirlerin alınması, artık daha fazla ertelenemez bir zorunluluk.
Epeyce bir zaman Almanya’da da çalışmış olan Sözen, taslağı hazırlarken bu ülkedeki yasal düzenlemeyi örnek aldığını söylüyor. Demek ki Alman laikliği, din ve vicdan özgürlüğü çerçevesinde gençlerin korunmasını engellemiyor.
Ama bizde geçerli olan ve dinin adının geçtiği her yerde “irtica var” diye ortalığı ayağa kaldıran laikçi kafanın meseleye bakış tarzı çok farklı.
Ona göre tehlike müstehcenlik değil, tesettür. Açılıp saçılmayı çağdaşlık olarak görüyor. Okullarda ibadet edilmesine de tahammülü yok.
İşin asıl hazin olan tarafı ise, bu çeşit sorunlara çözüm bulacağı ümidiyle ve büyük oy oranlarıyla iktidara getirilen bir partinin, millet tarafından kendisine verilen gücü bu çözümleri hayata geçirmek için kullanamaması; tam tersine, uzun dönemde kapatma kararından daha ağır sonuçlar getireceği şimdiden görünen “uyarma” kararı sonrasında iyice teslim bayrağını çekmesi.
Bu tablo, sandıkta tecellî edip yasamayla yürütme organlarını şekillendiren millî iradenin, uygulamada kelimenin tam anlamıyla bloke edildiğini açık bir şekilde gözler önüne seriyor.
Ve gençliği manevî tehlikelerden koruma amaçlı bir adımın parti yönetimince derhal askıya alınıp engellenmesi; din, vicdan, ifade, eğitim, çalışma hak ve hürriyetlerine karşı 28 Şubat’ta başlatılıp altı yıllık AKP iktidarında da sürdürülen ağır ihlâllerin oluşturduğu ağır ve hazin tabloya yeni bir boyut daha ilâve etmiş oluyor.
AYM kararlarıyla AKP’ye giydirilen çelik korse Türkiye’yi iyice sıkarken CHP liderinin, kendisine göre gerekçeler sıralayıp AKP’yi Anayasa Mahkemesi kararından gereken dersi çıkarmamakla suçlaması ise, hem bu tabloyu perdeleme, hem de blokajı daha da sıkılaştırma amaçlı bir atraksiyondan başka birşey olmasa gerek...
19.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|