Son dönemlerde fonksiyonel anlamda kalp mânâsını ifa eden bölgenin beyinde olduğu kanaati çoğunluk tarafından kabul edilir hale gelmiştir. Duygular beyinde limbik sistem ve retiküler sistem denen bir alanda hipotalamus benzeri yapıların da rol aldığı bir kısım faaliyetlerin sonunda oluşuyor şeklinde kabul edilmektedir. İnsanın yaratılışında, imtihan gereği duygu ve düşüncelerine sınır konmamış olduğu anlaşılmaktadır. İyilikte ve kötülükte sonu gelmeyen meyiller, arzular, duygular ve hayallerle donatılmış bu haliyle insanlık mertebeleri her iki yönde de sınırsız hale getirilirken iyilik ve kötülük yolunda önü açılmıştır. Bu şekilde ruh boyutunda elde ettiği mertebelerle ya Rabb-ı Kerim’in daha has bir muhatabı olacak ya da dünya hayatının sundukları ile sınırlı ve o boyutta alacağı hazlara münhasır bir konum alacaktır. İşte bu mertebeler içinde iniş ve çıkışın yolu çetin bir imtihana muhatap olduktan sonra ruhundaki güzellikleri ortaya çıkarabilmek ve içindeki kötülüklerden arınabilmektir. Bu kötülüklerden arınmışlık hali insanın iç âleminde kötülük adına hiçbir şey bulundurmaması değil, çeşitli şekilde onu kötülüğe sevk edecek iç âlemindeki seslere kulak vermemesi ya da bu seslere kendine aitmiş gibi sahiplenmemesidir.
Kalp kavramı ile ilgili olarak yapılan araştırmalarda duyguların, sevgilerin, vicdanî özelliklerin merkezi konumunda olduğu düşünülen beynin sağ lobunun bu kavramın karşıladığı fonksiyonları daha çok üstlendiği anlaşılmaktadır. Ancak insanlığın geneli tarafından bütün bu fonksiyonlarla bağlantılı algılanan ve esasen vücudun hayat suyu kanı sürekli pompalamakla görevli adı da kalp olan organın bu işlerin tamamen dışında olmaması beklenebilir. Üstelik, şu an sağ atrium (kulakçık) üzerindeki bir bölgenin varlık sebebi henüz tıpçılar tarafından keşfedilememiştir. Ancak ruhumuzda hissettiklerimizden anlayabildiğimiz kadarı ile insanın manevî kulağına kötülükleri fısıldayan şeytanın yayınlarının alıcısı—lümme-i şeytaniye—ile İlâhî emirlerin alıcısı vicdan birbirlerine çok yakındır. Bunların konumu hem manevî anlamda kalpte ve ruha olan yayınlarında yakındır, hem de maddî kalple tamamen irtibatsız olmadıkları günlük yaşantıdaki durumlardan anlaşılmaktadır. “Elini vicdanına koy!” hitabı sonrası genel tavır çoğunlukla elin maddî kalbin lokalizasyonuna götürülmesidir. Yürek yanmasının, vicdan sızlamasının bu bölgede hissedilmesi; huzursuzluk, heyecan ve sıkıntı gibi anlarda çarpıntının burada olması maddî kalple manevî kalbin tamamen irtibatsız olmadığını düşündürmektedir. Bu durum İlâhî kelâmın, “O ki insanların göğüslerine kötü düşünceler fısıldar” mânâsındaki işareti ile de uyuşmaktadır.
Bütün bunlardan ortaya çıkan sonuç, şeytanın fısıltı yerinin vicdanın sesinin ruha ulaştığı yerler olan maddî ve manevî kalbe yakın oluşudur. Bu da, kulun dünya imtihanının en çetrefilli noktalarından biridir. İlâhî kelâmın ruha ulaşma mahalli olan vicdanın kalpte, şeytanın fısıltılarının ruha ulaştığı lümme-i şeytaniyenin ise kalbe yakın olduğunu söyleyebiliriz. İşte, imtihan gereği müsaade edilen bu yakınlık şeytan tarafından kendi lehine bir avantaj olarak kullanılmaktadır. Kendi fısıltılarını sanki kalbe aitmiş gibi hissettirmekte ve bu şekilde insanları tuzağına düşürmeye çalışmaktadır. Kalp ayine-i Samed olduğu için yani Rabb-ı Zül’celal ve O’ndan gelenlerin dışında hiçbir şeye razı olmadığı için bu fısıltılar onu rahatsız edecektir. Kişinin duyduğu sıkıntılar, kendini suçlamaları bu rahatsızlıktan kaynaklanmaktadır. Bu durumda yapılacak şey şeytanın oyununa gelmemek ve onun sinsice ve kalbe yakın bir noktadan fısıldadığı rahatsızlık vermesi ile kalbe ait olmadığı anlaşılan şeyleri kendi kalbinden kaynaklanıyor zannederek gereksiz sıkıntıya girmemektir. Bu imtihanın kazanılmasında en önemli basamak oyuna gelmemektir. Yani şeytanın sinsice hazırladığı plan çerçevesinde kalbe mal ederek kişiyi bitmişlik, mahvolmuşlık psikolojisi içine sokmaya çalışan oyununu başlangıç safhasında bozmaktır. Bunun yolu ise kalbin malı olmayanları iyi tanıyıp şeytanın fısıltılarının kalbin yakınlarından geldiğini bilerek içten gelen her sesi kalbin sesi kabul etmemektir.
Herhangi bir zamanda herhangi bir durumda içinizden gelen bir sesle ilgili şu kriterleri ele almalısınız. Bu sesi rahatlıkla benimseyebiliyor ve beni ifade ediyor diyebiliyor musunuz? Bu benim kalbimin sesi olmalı diyebiliyor musunuz? Bütün bunları ifade ederken vicdanınız rahat mı? Bütün bu sorulara “Evet” cevabını gönül rahatlığı ile verebiliyorsanız bu sesi kalbinizin sesi olarak kabul edebilirsiniz. Gelen ses sizi rahatsız ediyorsa, uykularınızı kaçırıyorsa, çarpıntılarınızı arttırıyorsa, sinirlerinizi bozuyorsa, bu ifadelerde kendinizi bulamıyor ve bu sesin içinizde olmasından dolayı kalben ve vicdanen sıkıntı duyuyorsanız bu ses size ve kalbinize ait değil kesinlikle sahiplenmeyin! Bu yüzden suçluluk duygusuna kapılıp şeytana maskara olmayın. Bütün plan bu sonuç için şeytanca planlanmıştır ve sizin telâşınız suçluluk duygusuna kapılmanız şeytana büyük bir zevk yaşatacak ve planının başarıya ulaşmasından dolayı büyük bir mutluluk duygusu içine sokacaktır. Siz ise hiç alâkanız olmayan, size ait olmayan bir olaydan dolayı büyük bir suçluluk içinde, sağlığı bozulmuş bir vaziyette hatta intihara yeltenen komiklikte halinizle onun neşesini arttırmaktan, sizi şeytandan muhafaza için büyük tahşidat yapan Rabb-ı Kerim’in rahmet-i binihayesini incitmekten başka hiçbir sonuç elde edememiş olacaksınız.
Oysa sadece pasif kalmakla, olayın ta kalbinizden geldiğini zannettiğiniz sesi sahiplenmek için üzerine atlamamakla siz şeytanı maskara konumuna düşürebilirsiniz. Bu durumda asıl zarar zararlı bir şey yaptığını ya da büyük bir suç işlediğini zannetmektir. Bu zanla başlayan olaylar zinciri zamanla içinden çıkılmaz duygular anaforunu ve karma karışık olaylar yumağını doğurur. Oysa baştan içten gelen çirkin sesleri, kötü manzaraları, edepsizce sözleri yanlış bir algı ile kalpten zannederek kalbe sokmazsanız bu anafora hiç yanaşmamış olacaksınız. Bu durum, her an sizin yanınızda sizi çok seven ve sıkıntıya sokmak istemeyen, sizi cennete ve cemalini seyre namzet kılıp bu yolda kabiliyetlerinizin inkişafı için bu türden mûsibetlerin size tasallutuna kutsî ve lâtif bir tebessümle göz yuman Kadir-i Zül’cemali daha memnun edecektir. Bu halde planı işlemeyen şeytan kahrolacak oyununa gelenler ne kadar az olursa o kadar perişan olacaktır. Şeytanın hile ve vesveselerinden Rahman ve Rahim olan Zat-ı Kerim’e sığınalım, O’nun her şeyi kuşatan gücüne dayanalım.
25.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|