Geçenlerde MilsanTesisleri’nde akdedilen Uluslararası Gençlik Forumu (IYF) celseleri ve oturumlarına katıldım. Burada, Lübnan asıllı Kudüs Gençler Birliği Genel Koordinatörü Hüsam Ömer Gali’nin konuşmasını dinledim. Çok ilginç bir konuşma yaptı. Semboller ve fetihlerin sembolleri üzerinde durdu. Daha doğrusu sembollerin fetih üzerindeki tesirlerini tarihî bir perspektiften izah etti. Doğrusu bu tarz ufuk açıcı konuşmalara ihtiyaç var. Bu bağlamda, Hazreti Musa’nın tabutundan bahsetti. Tabut aslında sandık veya sanduka demektir. Özel bir anlamı daha var. Bu özel anlamı Ahit Sandığı demektir. Beni İsrail’de kutsal emanetlerin tutulduğu ve muhafaza edildiği sandığa Ahit Sandığı denmektedir.
Burada muhafaza edilen kutsal emanetler konusunda Tevrat kaynaklı farklı değerlendirmeler vardır. Buna göre, Hazreti Musa ve Hazreti Harun Aleyhimesselâm’ın özel eşyaları vardır. Beni İsrail Hazreti Musa ve Harun Aleyhisselâm’ın mirasına hürmeten bunları sandık içinde muhafaza etmiştir. Bu da bize, Hazreti Peygambere ait eşyaların korunmasının lüzumunu ihtar ediyor. Günümüzdeki dengesiz ilâhiyatçılar Beni İsrail’deki tabu’yla alâkalı özel hukuku hatırlamadan bir kalem darbesiyle Hazreti Peygamber’e ait özel eşyaların ve hatıraların lüzumsuzluğuna kail oluyorlar. Bunlar arasında Peygamberimizin (asm) kimi sahabilere ve tabiine (Veysel Karani) hediye olarak verdiği bürdeler ve hırkalar da vardır. Dolayısıyla bu hırkalar aynı anlayışla muhafaza edilmiştir. Bununla da kalınmamış ve sahabilerden beri Peygamberimizin sakal-ı şerifleri muhafaza ve teberrüken ziyaret edilmiştir. Beni İsrail’deki Tabut meselesi İslâm dairesinde de mukaddes emanetlerin muhafazasının lüzumunun meşrûiyetine işaret etmektedir. Kim bunun aksini iddia ederse mukabirdir ve hakka karşı inat etmektedir. Bunun küçük bir numunesi olarak da Halid-i Bağdadi’nin cübbesi Bediüzzaman’a intikal etmiş ve o da bunu hahişkâr bir şekilde muhafaza etmiştir.
***
Bu aynı zamanda teberrüken de meşrûiyetini göstermektedir. Elbette tek başına teberrük savaşların sonucunu tayin etmez. Ama manevî işaret ve unsurlardan birisidir. Bundan dolayı da Beni İsrail, Hazreti Musa’dan sonra girdiği savaşlara adeta bir sancak gibi tabutu da yanında götürür ve beraberinde taşırmış. Onunla zaferlere koşarlarmış. Ahit Sandığı aynı zamanda Calut’a karşı zaferler kazanan Talut’un hükümdarlık simgesi ve nişanesiymiş. Hüsam Ömer Gali, Yahudilerin zaferlerin manevî araçlarından birisi olarak da Heykel’i gördüklerini söylemiştir. Heykel-i Süleyman tabiri Süleyman Mabedi için kullanılmaktadır. Süleyman Mabedi de Milâdî 70 tarihinden itibaren Yahudilerin kızıl elması olagelmiştir. Harem-i Şerif’i Hazreti İbrahim Süleyman Mabedi’ni de Hazreti Davud ve akabinde oğlu Hazreti Süleyman inşa etmiştir. Yahudiler yaklaşık 2 bin yıldan beri Kudüs’e dönmeyi murad etmekte ve Allah’dan şetat / diaspora eseretini kırmasına dilemekte ve niyaz etmekte idiler.
Yahudilerin en büyük rüyası ve hülyası Arz-ı Mev’ud’a dönmektir. Arz-ı Mev’ud’un merkezinde ise Süleyman Mabedi vardır. Bütün mabedler ve camiler nasıl Harem-i Şerif’in ve Kıble’nin bir uzantısı ve şubesi, parçası ise aynı şekilde bütün havralar da Süleyman Mabedi’nin birer şubesidir. Yahudiler netice itibarıyla Balfour Deklarasyonu sonrasında Arz-ı Mev’ud’a dönmüşler ve ‘İsrail’ devletlerini de kurmuşlardır. Bu meyanda plan ve rüyalarının ikinci kısmı ve faslı kalmıştır. Bu da Süleyman Mabedini veya heykelini yeniden inşa etmektir. Bu üçüncü mabed olacaktır. Hüsam Ömer Gali Ben Gurion veya Goldemeir’e atfen şunu aktarmıştır: “Aslında biz mabede falan inanmıyoruz. Ama Yahudi bilincini ve rüyasını ayakta tutmak için bu sembollere ihtiyacımız var…” Unutmadan; Yahudiler kendilerine has kurtarıcı ve Mesih’i de bekliyorlar tabiî ki.
***
Müslümanların da böyle sembolleri olduğu gibi böyle sembollere de ihtiyacı var. Yahudilerin tabut sembolüne bedel Nureddin Zengi, 1187 yılında Kudüs’ün fethi öncesinde kendi adıyla anılan bir minber yaptırmıştır. Bu minber 1969 yılında resmî İsrail tezine göre fanatik bir Yahudi tarafından yakılmıştır. Bu menfur eylemin üzerine İslâm âlemi galeyana gelmiş ve bu olay İslâm Konferansı Teşkilâtının nüvesi ve çekirdeğini teşkil etmiştir. Nureddin Zengi’nin yaptırmış olduğu söz konusu minber, Kudüs’ün alem ve işaretlerinden birisi olmuştur. Nureddin Zengi döneminde Müslümanlar hangi savaşa gitmişlerse Müslüman saflarını harekete geçirmek için minberi de yanlarında taşımışlardır. Bu gelenek Zengi’den sonra da devam etmiş ve Selâhaddin Eyyübî bu muhteşem minberi selefi Nureddin Zengi’den sonra da cenkten cenge ve savaştan savaşa taşımış ve Müslümanlar minberle girdikleri savaşların neredeyse tamamını kazanmışlardır. ‘Ve yustasga bihimu’l gamamu’ dendiği gibi onunla adeta zaferler dâvet edilmiştir. Minber zaferlerin gaysı olmuştur. Ümmet-i Muhammed’in bir nev'î tabutu olmuştur.
Hüsam Ömer El Gali işte günümüzde de bu veya benzeri sembollerin canlandırılması ve dirilmesi gereği üzerinde durmaktadır. Zaferler burcunun semboller burcuna ihtiyacı var. Ama Türk milleti olarak ya bunları unuttuk ya da abarttık. Ayasofya da Fatih’in sembollerinden birisidir. Peygamberimizin de müjdesidir. Ayasofya kurtulmadan ve özgürlüğüne kavuşmadan Kudüs özgürlüğüne kavuşamaz.
25.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|