"Gerçekten" haber verir 23 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Meryem TORTUK

Kendi gerçekliğini inkâr edenler



YOLCULUK yaparken bir aileyle tanıştım. Daha doğrusu ailenin küçük kızı, yanımdaki koltuk boş olduğundan gelip yanıma oturdu. Yedi-sekiz yaşlarında sevimli bir kız çocuğu. Saçları iki numara tıraşlandığı için önce erkek zannettim. Öyle de muâmele ediyordum ki, “Abla ben kızım” diye uyardı. “A öyle mi? Kusura bakma tatlım” di-yerek, durumu kurtarmaya çalıştım tabiî.

Yol boyunca sohbet ettik minikle. Ama baktım ki, çocuk benim suyuma göre sorularıma cevap veriyor ve verdiği cevapların çoğu da bir önceki durumuyla çelişiyor. Aslında zekî bir kız. Hani zekâsında bir kusur yok. Önce bu duruma üzüldüm, sonra “Acaba anne ve babası nasıl?” diye merak ettim.

Sohbetimizin başında nereli olduğunu, nereye gittiklerini, nerede oturduklarını ve neler yapmaktan hoşlandığını konuştuk. O da bana bunları sordu. Benim verdiğim cevaplara göre kendini bana sevdirmek, şirin göstermek için, benim hoşlandığımı söylediğim şeyleri kendisi de yapmaktan hoşlandığını söylüyor, ama başka bir konu açıldığında da, bir öncekiyle çelişiyordu.

Hassa’ya anneannesinin yanına gittiklerini söyledi. Kendisi de Hassa’da anneannesinde kalıyormuş kışın ve orada okula gidiyormuş.

Kadıköy’de oturuyorlarmış ve altı kardeşlermiş. Beşi kız, bir erkek kardeşi varmış ve kendisinin de bir ikizi. Ben, kitaplardan söz açtım. Kitapları çok sevdiğimi, okumanın insanı en çok mutlu eden şey olduğunu söyledim.

O da hemen, “Ben her gün kitap alırım. Arkadaşlarımla sokağa çıkmam, oturur o kitabı okurum” dedi. Ben, İstanbul’da en çok gemilere binerek karşıdan karşıya geçerken martılara simit atanları seyretmeyi ve zaman zaman da atmayı sevdiğimi söyledim. O da hemen, “Ben de her gün karşıya geçiyorum. Martılara simit atıyorum” dedi.

İlk molada, lavaboya gittik. Annesinin yanındaydı bizim minik. Annesine, “Yol arkadaşımın annesi siz misiniz?” dedim. “Evet” dedi. “Ben de, Antakyalı’yım. Sanırım siz de Hassalıymışsınız” dedim. Orta boylu, kilolu ve esmer bir hanım. “Hassa’ya gidiyoruz, ama ben Hassalı değilim. Ben İstanbul’luyum” “Hım ne güzel” dedim. Başka da bir şey deme ihtiyacı duymadım tabiî ki.

Çocuğun niçin böyle olduğunu da anlamış oldum böylece. Annesi kendi gerçekliğini inkâr eden bir çocuk, nasıl kendi gerçekliğini kabul edebilir ki? Tatil boyunca daha bir çok yerde bu duruma şahitlik ettim. Başka başka olaylar üzerinden ve aslında şunu gördüm ki, toplum olarak bu konularda ciddî anlamda problemlerimiz var. Oysa kendi gerçekliğini inkâr eden birinin, köksüz ve havada kalmış duygularıyla neye tutunacağını bilmeden bir o yana, bir bu yana savrulup durması kaçınılmaz. Her şeyi kendi çıkarına ve ihtiyaçlarına göre yaşaması da. “Burnu kaf dağını gözlüyor, samanların içinde büyümüş Ayşe!” durumlarından da kurtulamayız.

Aslında gerçekliğini inkâr etmek, kendini de inkâr etmek. Ben köyde doğup büyümüşsem ve sonra doğup büyüdüğüm yeri kabul edemiyorsam. Ya da, hayatımda bir çok eksikliklerimi görüp kabul edemiyor ve onları inkâr ediyorsam sürekli bir kompleks içinde olmam da kaçınılmaz. Zaten bu tarz insanlarla bir arada olduğumuzda ruhumuza bir sıkıntı girer. Oturup iki kelâm edemeyiz.

Sonra bu insanların çocuklarında da aynı gelenek devam eder. Çünkü, kendi gerçekliğini inkâr eden anne babanın çocuklarının da, aynı köksüzlüğü devam ettirmesi kaçınılmazdır. Görgü denen kavramın da önemi burada açığa çıkar zaten.

En tepeden en aşağısına bu tutumda insanlarla hepimiz karşılaşıyoruz. Ama son zamanlarda sanırım biraz fazlalaştı. Yoksa benim mi yeni dikkatimi çekiyor, ondan mı öyle görüyorum bilmiyorum. Nerede kendini beğenmiş biri karşıma çıksa, altında ne yazık ki böyle bir şey yatıyor. Ruhuna ve gerçekliğine ulaşamadığı için narsisizmini besleyen insan kimlikleri yani…

23.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.06.2008) - Yardımlaşma nereye saklandın? Çık ortaya

  (21.06.2008) - Yeni bir toplum inşâsı için

  (14.06.2008) - Sen bilemezsin, senin adına kararı ben veririm

  (31.05.2008) - MARTI AİLESİ

  (25.05.2008) - Paylaşmak mı, o da ne?

  (17.05.2008) - Domino taşı hayat

  (13.05.2008) - Buyurun ey hatıralar, size açtım gönlümü

  (04.05.2008) - Kitap hayatımızın neresinde?

  (26.04.2008) - Size güvenebilir miyim, yani önce kendime?

  (19.04.2008) - Varlığım, en büyük armağan bana

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır