Bediüzzaman, külfetli meşakkatli hizmetlerde öne çıkmayı, ücret ve istifade etme noktasında ise geride kalmak gerektiğini öne sürmüştür. Bu temel kaideyi hem kendisi yaşamış hem de dostlarına tavsiye etmiştir.
Birinci Dünya Savaşı başlar başlamaz en birinci vazifenin vatanı korumak olduğunu görerek “Gönüllü taburlar” teşkil etmiş Ruslara karşı şiddetli taarruzlara girişmiştir. Hatta bu savaş esnasında çok değer verdiği birçok talebesi şehit düşmüş kendisi de yaralı olarak Ruslara esir olmuştur.
Üç yıllık esir hayatından sonra firar ederek gelmiş olduğu İstanbul’da bu sefer başka bir savaşın, İstiklâl savaşının içine girmiştir.
İngilizler başta olmak üzere müttefik orduları İstanbul’u işgal etmişler ellerinden gelen bütün imkânları kullanarak Müslümanları Avrupa’dan tamamen çıkarmaya çalışıyorlardı.
Bu maksatla İstanbul’da Şeyhülislâm ile hocaları hatta İtilâfçı-İttihatçı fırkalarını birbirleri ile mücadele etmeye zorluyorlardı.
İş yine başa düşmüş işgalcileri vatanın bağrından söküp atmak için her türlü tehlikenin altına girmek zamanı gelmişti.
İşte böyle dehşetli bir zamanda Bediüzzaman vazife başına geçerek İngiltere ve Yunanistan aleyhine Hutuvatı Sitte eserini telif etmişti. Bu eser Teşkilâtı Mahsusa’nın önderlerinden Eşref Edip’in gayretleri ile basılmış ve ülkenin birçok önemli merkezinde dağıtılmıştı.
Bu sayede İngiliz İşgal Kuvvetleri komutanının sinsi planları akim kalmış Türkler birbirine düşmekten kurtarılmıştı.
İngiliz Reislerine “Tükürün o ehli zulmün merhametsiz yüzüne” diyerek mücadele eden Bediüzzaman’ın aleyhinde takibat yapılmış hatta görüldüğü yerde “vur emri” çıkarılmıştı.
Fakat bütün bu tehlikeli durum içinde dahi Bediüzzaman vatanın kurtarılmasında görevden kaçmamış büyük bir cesaretle Millî Kuvvetlerin başarısı için fedakârca hizmetine devam etmişti.
Ankara’da bulunan komutanlar ve Millî Mücadele Reisleri defalarca İstanbul’dan ayrılmaya ve Ankara’ya gelmesine dâvet ettikleri halde o cephe gerisinde değil en önemli savunma noktasında savaşa devam etmiş kendi ifadesi ile Ankara’ya kaçmamıştır.
Mustafa Kemal’in şifreli telgraf ile yapmış olduğu dâvete “ben, tehlikeli yerde mücahede etmek istiyorum. Siper arkasında mücahede etmek hoşuma gitmiyor. Anadolu’dan ziyade burayı daha tehlikeli görüyorum” demiştir. Onun İstanbul’daki tesirli faaliyetleri sayesinde İngilizler savaşa girmekten kaçınmış yalnız başına kalan Yunan Ordusunu mağlûp etme imkânı doğmuştu. Nitekim gerekli yardımları alamayan Yunan Ordusu büyük bir bozguna uğratılmıştı. Bu zaferde İstanbul’dan Anadolu’ya giden yardımların büyük bir rolü olmuştur.
Bediüzzaman, Zaferden sonra Eski Van Valisi Milletvekili Tahsin Bey’in dâvetini kırmayarak Ankara’ya gelir ve “hoşamedi” adı verilen törenle alkışlarla karşılanır. Bediüzzaman ücret ve ganimet dağıtılırken geride kalmaya özen göstermiştir. Hatta kendisine çok yüksek maaş, Şark Umum Vaizliği ve Milletvekilliği teklif edildiği halde bütün hepsini reddetmiştir. Zira o dünya makam ve mevkisini düşünmüyor, Allah rızası için çalışıyordu. Allah, Haşir Sûresinde “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah’ta onlara kendi akıbetlerini unutturmuştur” buyurmaktadır. İşte Bediüzzaman ve onun yolundan gidenler vazife ve külfet zamanında öne çıkmışlar ücret alma zamanında ise geride durmuşlardır. Onlar hiçbir zaman Allah’ı unutmamış ölüm gerçeğini düşünerek dünyanın o çok cazip görünen menfaatlerinden ellerini çekmişlerdir. Cenâb-ı Hak’tan cümlemizi onun rızasını kazanan kullarının zümresine ilhak etmesini niyaz ediyorum…
23.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|