Eşyanın, varlığın, olayların melekût denen iç âleminde, özünde, metafizik boyutunda, zatında olumsuzluk yoktur. Onları güzel ve çirkin, iyi ve kötü, faydalı ve zararlı kılan, güzel ve çirkin gösteren düşünce tarzımız, bakış açımız ve yaklaşım biçimimizdir.
Yağmurun yağması, güneşin doğması gibi. Bunlar bütünüyle güzeldir. Tedbirsizliğimiz, tembelliğimiz onları aleyhimize çevirebilir. İnsan ancak, melekutî bakış ile kendisine, eşyaya ve hadiselere karşı dengeli bir tutum takınabilir.
Mülk, eşyayı ve varlıkları yatay ilişkileri içinde görme, değerlendirme ve şekillendirmedir. Melekût ise dikey... Mülk cephesinde “hikmet”, melekût cephesinde “kudret” ön plandadır. Yani, dünyamızdaki maddî, bedenî olaylar, şart ve sebeplere bağlı olarak tedricî ve basamak basamaktır. Melekût, mânâ, ruh âleminde ise, bir anda meydana gelirler. Ruhun dolaşması, pek çok işi bir anda yapması ve saniyelik rüyalara pek çok işin ve olayın sığması gibi.
Melekutî bakış, dikey bağlantıları fark etmektir. Meselâ, insan, sebzelerin ve meyvelerin en güzellerini harmanlayarak lezzetli yemekler yaparak yerken, hayvanlar, kabaca ham ot, leş, ağaçlar ise karbondioksit yemektedirler. Mülk cihetinin sonucu itibariyle her ikisi de yiyor ve karnını doyuruyor. Fakat yemekten yemeye fark var. Hayvan sadece “fıtrî bir sevk” ile midesini doyurur. Neyi niçin yediğinin ve hangi yiyecekleri kimin ikram ettiğinin, hangi neticede ne olacağının şuurunda değildir. Onların sadece dış yüzünü, çok sathî olarak görür ve basitçe tadar.
Bu açıdan bakıldığında hayvanlar mülk, insanlar melekût boyutundadır. Eğer, insan da hayvan gibi yer, içer, hiçbir şeyin farkına varmazsa Mün’im-i Hakikîye yani, hakikî nimeti verene teşekkür etmezse, mülk boyutunda dolanıyor demektir. Çünkü insana takılan cihazlar ve duygular, yediği gıdaların ihtivâ ettiği vitamin değerlerinin yanında mânevî değerlerinin farkında olabilmesini sağlar. İnsan bu “insanî” cihazların “kimin ihsanı/ikramı” olduğunu da anlayabilir.
Mülk dairesinde “nesnelerin, hadiselerin ve sebeplerin” mânâlarını “melekût” yüzlerinde buluruz. Melekût, nimete bakıldığı zaman Mün’im’i, yani nimeti vereni, sanata bakıldığı zaman Sâni’yi, sebepler gözlendiğinde hakiki tesir sahibini, Allah’ı zihne getirmektir. Bu, san'attan san'atkârı, fiilden faili, ikramdan ikram edeni gören gerçek bir bakıştır.
Bediüzzaman, varlığa melekût gözüyle baktırır: Bak, peygamberlere, âlimlere, eşine, kardeşine, akrabalarına, insanlara... Onları O’nun hesabına sev! Bak çeşmelere, çaylara, ırmaklara... Yerdeki bütün taşların ve madenlerin çeşitlerine bak... Çiçeklere, meyvelere bak... Kuşlara bak... Bulutlara bak... Göğe bak… Gök içinde hadsiz kütlelerden yalnız kamere dikkat et.
Işıktan tut, ta kamere (aya) kadar saydığımız bütün unsurlar, gayet geniş bir tarzda ve büyük bir ölçüde bir pencere açar, varlığı mutlak gerekli olan Allah’ın birliğini, kudretini ve saltanatının büyüklüğünü gösterir, ilân ederler.1
İşte, melekutî gözlüğü takan insan mülk âleminin kıskaçlarından kurtulup, melekutî âlemlere seyahat ederek Muhammedî (asm) bakışı kazanır, huzur ve mutluluğu yakalar.
Güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.2 Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen güzel rü’ya görür. Güzel rü’ya gören hayatından lezzet alır.3
NOT: Kısa bir aradan sonra buluşmak dileğiyle... Mübarek Ramazan-ı Şerifinizi tebrik eder, İslâm ve insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 613.
2- Mesnevi-î Nûriye, s. 159.
3- Mektûbât, s. 367.
25.08.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|