Akıllarımızı şaşkına çeviren, kalplerimizi cendereye sokan, vicdanlarımızı sızlatan hadiseler dünyamızı adeta karartmaktadır. Halbuki akıllarımızla doğruları yanlışlardan ayırt edebilir, kalplerimizle huzura sebep olan haletleri yakalayabiliriz. Zaten insanî duyguların asıl bizlere veriliş sebebi de bu değil midir?
Maddî yönümüzle insan olduğumuzu açık bir şekilde ortaya koyabilmemiz mümkün olmakla birlikte, mânevî cihetle insan olmakta eksikliklerimiz olduğu için başlarımız bir türlü belâlardan kurtulamamaktadır. “İman insanı insan eder” derken, insanın maddeten insan olmakla insanlığını tamamlayamayacağını, ancak mânevî yöndeki eksikliklerini tamamladığı takdirde gerçek insan olma mertebesine vasıl olabileceği gerçeğini anlamamız gerekmektedir elbette. İşte bütün mesele hakikî bir insan olabilmektir...
Sadece sûreten insan olmanın bedellerini bütün bir insanlık çekmektedir. Geçmişten ders almayan ve gelecekte karşı karşıya kalacağı gerçekleri düşünmeden yaşayan insanlar, hazır ve anlık duyguların sürüklenmesiyle her türlü yanlışa düşebilmektedir ne yazık ki...
Bu dünyaya neden gönderildiği üzerine kafa yormayan bir insanın hayatı hayvanlarınkinden farklı olmayacak ve hatta akıl gibi kötüye kullanıldığı takdirde büyük tahribatlara sebep olabilecek bir âlete sahip olması hasebiyle hayvanlardan daha zararlı bir varlık haline gelmekten kendini kurtaramayacaktır.
Başta akıl olmak üzere hayırda kullanılması gereken insanî duyguların şerde kullanılması neticesinde meydana gelen korkunç hadiseler, bizlere insanın ne kadar zararlı olabileceğinin işaretlerini vermektedir. Gözünü kırpmadan kendisi gibi insan olarak yaratılan hemcinslerine zarar veren ve hatta hayatlarına kıymaktan çekinmeyen bir insanın nasıl bir gaflet içinde olduğunu tahmin edebiliriz herhalde.
Dünyayı fesada veren ve insanlığın gidişatını tehlikeye atan cani insanların gözleri üzerindeki perdeler o kadar karanlıktır ki, yaptıkları kötülüklere bir gün kendilerinin de maruz kalabileceğini akıllarına bile getirmemektedirler. Eline silâh alıp kan akıtmaktan çekinmeyen gözü dönmüş insanlar bir gün bir silâhın kendilerine de yönelebileceğini düşünemeyecek kadar gaflet içinde bulunmaktadırlar.
Bir çok gafletli haletlerden en önemlilerinden birisi de, insanın bu dünyada ebedî olarak yaşama vehmine sahip olması olsa gerek... Zira, eğer bu dünyada ölüm olmasaydı, ancak o zaman, aklı başında olanlar dünyevî değerler üzerinde kıyamet koparabilme durumu için kendilerine mazeretler uydurabilirlerdi. Oysa dünya yaratılalıberi meydana gelen bütün gelişmeler bu dünya hayatının ebedî olmadığı, asıl hayatın ölümden sonra olacağını bizlere açık bir şekilde göstermektedir.
Kâinatın yüce Rabbi, hem yarattığı canlı varlıkların dünyadaki kısa hayatlarındaki derslerle, hem de biz insanlara gönderdiği peygamberle bize dünyanın ebedî bir hayat için yaratılmadığını, bu mekânın ebedî olarak yaşanacağı başka bir memlekete hazırlık yeri olduğunu bizlere anlatmaktadır.
Dünya, her haliyle bir imtihan yeri olduğunu, imtihanı kazananların mükâfatlandırılacağını, imtihanı kaybedenlerin de cezalandırılacağını ve bunun için büyük bir mahkemenin kurulacağını hatırlatmaktadır. Gerçekler gizlenemeyecek kadar açıkta bulunmaktadır aslında. Akıl nimetini doğru bir şekilde kullanan insanların, bu dünyada zerre kadar dahi olsa kötülük yapmamak için ellerinden geleni yapmaya gayret etmeleri gerekmektedir elbette...
Nefis ve şeytana uyup kısa dünya hayatını esas maksat yapmak ne akılla, ne de insanî diğer duygularla hiç bağdaşmamaktadır. Kudreti nihayetsiz Rabb-i Rahîm’i tanımak ve sadece O’na kul olmak, sadece O’nun emirleri istikametinde yaşamak, O’nun yüce Resûlü’nün (asm) izinden gitmek insanoğlu için tercih edilecek en güzel, en büyük ve bütün kötülüklerden arınmış en selâmetli yoldur. Dünyanın hiçbir gürültüsü, geçici dünya hayatının hiçbir cazibesi insan olmanın sırrına eren erenleri kendine çekme gücüne sahip olmamalıdır.
25.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|