Anayasa Mahkemesinin AKP hakkındaki kararını “Krizi çözmedi, sadece tesbit etti” şeklinde yorumlayan CHP lideri, iktidar partisine “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmadığını fiiliyatınla ispatla, toplumu ikna edecek inandırıcı adımlar at” baskısını sürdürüyor.
Ve bu meyanda AKP’ye “Anayasayı değiştirmeyi sakın aklından geçirme” telkinlerine, aba altından sopa gösteren bir üslûpla devam ediyor.
AKP’ye baktığımızda ise “Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfleyerek yer” deyişine tam oturan son derece temkinli, silik ve çekingen bir tavrın, parti politikalarına iyice yerleştiğini görüyoruz.
Edibe Sözen’in “Gençliği koruma kanunu” taslağına gösterilen tepki bunun en tipik örneği.
Peki, bu iş hep böyle mi gidecek? Seçmen iradesinin, çifte çelik korse giydirilmiş AKP eliyle bloke edilmesi nereye kadar devam edecek? Bu sıkıntılı tünelden çıkış yolu bulamayacak mıyız?
AKP karşısında kitlelere ümit verecek siyasî bir alternatifin hâlâ çıkmayışı, yaşanan sıkıntının en önemli sebeplerinden biri. Siyasetteki muhalefet boşluğu hâlâ doldurulmayı bekliyor.
CHP ve MHP, mâlûm tavır ve çizgileri sebebiyle bu boşluğu dolduramıyorlar. Halkın nabzını tutabilen, samimî, dürüst, yapıcı, inandırıcı ve demokratik bir muhalefete büyük ihtiyaç var.
Öte yandan, AKP’nin de kapatma dâvâsı sürecinden doğru dersler çıkarmış olması lâzım.
Ama bunlar CHP’nin bahsettiği türden değil.
Tabiî ki, onların da Türkiye gerçekleri açısından dikkate alınması gereken tarafları olabilir.
Nitekim başörtüsü meselesini “velev ki siyasî simge olsun” çıkışıyla başlanıp anayasa değişikliği ile devam ettirilen talihsiz süreçte “perakende” olarak “çözme” girişiminin yol açtığı sonuçlardan alınması gereken çok önemli dersler var.
Ve haddizatında bunun için CHP’nin vereceği akıllara da AKP’nin ihtiyacı yok. Çözümü ısrarla talep eden, ama bunun ülke gerçeklerini dikkate alan akılcı stratejilerle sağlanmasını isteyen kesimlerin, söz gelişi Yeni Asya’nın iyiniyetli ve yapıcı teklif ve ikazlarına kulak verse, parti doğru bir istikameti tutturmakta hiç zorlanmaz.
Bu çerçevede, AKP iktidarının neredeyse dört yıldır ara verdiği AB reformlarını tekrar gündeme alması, çoktandır beklenen olumlu bir adım.
Hükümet, geçen haftaki toplantısında ele aldığı 3. ulusal program taslağını diğer partiler, ilgili kurumlar ve STK’ların görüşüne sunup kamuoyu ile paylaştıktan sonra, öngörülen yasal düzenlemeleri birer birer Meclise sevk etmeyi planladığını açıkladı.
Dört yıllık bir süreyi kapsayan ulusal programda yer alan 131 yasa değişikliğinden kısa vadede yapılacakların 1-2, orta vadedekilerin 3-4 yıl içerisinde tamamlanması hedefleniyor.
Bu demektir ki, önümüzdeki dört yıl büyük ölçüde AB reformlarında yoğunlaşacağımız bir sürece giriyoruz. Tabiî, içte ve dışta yeni engeller çıkmaz ve hükümet işin arkasında durursa...
İşin çok önemli bir diğer boyutu, ulusal programın muhtevası. Özellikle siyasî kriterler bölümünün, demokrasimizi düze çıkarmak ve geliştirmek için gerekli olan yeni adımları içermesi.
Bu çerçevede iki önemli başlık var. Biri asker-sivil ilişkilerinin AB kriterlerine uydurulması; diğeri yargı reformu. Umarız, bu iki konuda program tatminkâr ve cesur adımlar öngörüyordur.
Asker bahsinde dile getirilen hususlardan biri, askerî harcamaların Sayıştay denetimine alınması. Takip edebildiğimiz kadarıyla yıllardır gündemde olan bu konu, her AB paketi açıldığında hep söz konusu edilir. Ama “nedense” bir türlü sonuca varmaz. Bu defa da öyle olmasın!
Bilhassa yaşadığımız bir yıllık süreçte önem ve âciliyeti çok daha iyi anlaşılan yargı reformu meselesinde de, o cenahtaki kurumsal hassasiyetlerin hâlâ zirvede olduğu bir konjonktürde, böyle bir reformun nasıl şekilleneceği doğrusu merak konusu. Dileriz ki, dağ fare doğurmasın.
Yeni vakit ve enerji kayıplarına değil, kaybettiğimiz zaman ve enerjiyi telâfiye ihtiyacımız var.
26.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|