"Gerçekten" haber verir 26 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Lahika

Âyet-i Kerime Meâl

Siz ezan okuyarak namaza çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence vesilesi yaparlar; çünkü onlar bir akılsızlar güruhudur.

Mâide Sûresi: 58i

26.08.2008


Ezanın tatlı sesiyle ibadete bir şevk husûle gelir

Meselâ, biri dese, “Ezanın hikmeti, Müslümanları namaza çağırmaktır. Şu halde bir tüfek atmak kâfidir.” Halbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezâniye içinde o bir maslahattır. Tüfek sesi o maslahatı verse, acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına, hilkat-i kâinatın netice-i uzmâsı ve nev-i beşerin netice-i hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı izhar-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?

Elhasıl, Cehennem lüzumsuz değil. Çok işler var ki, bütün kuvvetiyle “Yaşasın Cehennem” der.

Cennet dahi ucuz değildir; mühim fiyat ister.

Mektubat, s. 385

***

Âlem sahrasında dağılmış insanları cemaate dâvet eden ezan-ı Muhammedinin (asm) o tatlı sesiyle, ibadete ve cemaate bir meyil, bir şevk husule gelir.

İşaratü’l-İ’caz, s. 47

***

Ezanın fâidesi, yalnız bir köy ahalisini namaza dâvet değil, belki kâinat sarayında mevcudâta karşı umum mahlûkât nâmına bir îlân-ı Tevhid...

Mektubat, s. 497

***

Mübarek bir kedi, ezan-ı Muhammedîyi (asm) müştakane, insan gibi dinlemesi, bize de sizin kadar hayret ve sürur verdi.

Kastamonu Lahikası, s. 185

***

(Demokratların ezan-ı Muhammedîyi Arapça olarak okunmasına müsaade etmeleri dolayısıyla yazılan bir hasbihâl.)

Azîz, sıddîk kardeşlerim,

Evvelâ: Hem sizin, hem bu memleketin, hem âlem-i İslâmın mühim bayramlarının mukaddemesi ve bu memlekette şeâir-i İslâmiyenin parlamasının bir müjdecisi olan ezan-ı Muhammedînin kemâl-i ferahla on binler minarelerde okunmasını tebrik ediyoruz.

Tarihçe-i Hayat, s. 532

nev-i beşer: İnsanoğlu.

netice-i hilkat: Yaratılış neticesi.

mevcudât: Mevcutlar, varlıklar.

müştakane: İştiyakla, arzu ile, çok isteyerek.

îlân-ı Tevhid: Allah'ın birliğini ilân.

şeâir-i İslâmiye: İslâmî sembol, simge.

hilkat-i kâinat: Kâinatın yaratılışı.

maslahat-ı ezâniye: Ezanın faydaları, hikmetleri.

netice-i uzmâ: Büyük netice.

rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın zerrelerden yıldızlara kadar herşeyi terbiye ve idare etmesi.

izhar-ı ubudiyet: Kulluğu göstermek.

26.08.2008


“Zaman cemaat zamanıdır”

Memuriyete yeni başlayacaklar için ön hazırlıklar yapılır. Genellikle şu soruların cevapları aranır: Nereye gidilecek? Nasıl gidilecek? Kimle görüşülecek? Nerede kalınacak? Ne iş yapılacak? Kiminle çalışılacak? Orada tanıdık var mı? Vs.

Siz memur olarak bir yere tayin olsaydınız, bu soruları nasıl cevaplandırırdınız? Ben diğer soruları bırakıp sadece son sorunun cevabını nasıl bulmaya çalıştığımı anlatacağım.

Liseyi bitirdikten sonra ilk tayinim, İstanbul’un bir sahil kasabası olan S…ya çıkmıştı. Memuriyetin verdiği heyecanla gideceğim yer hakkında bilgi toplamaya başladım. İnsan gittiği yerde tanıdık bir sima arar. Öyle olursa intibak etmek daha kolay olurdu. Önce İstanbul’a uğradım. Tanıdıklarımı ziyaret ettim. Tayinimin S….. kasabasına çıktığını söyledim. “Yakında göreve başlayacağım” dedim, “Orayı gördünüz mü, biliyor musunuz?”

“Oradan geçtik. Deniz kıyısı bir yer. Plajları ile tanınır” dediler.

“Peki orada selâm verebileceğimiz tanıdıklarınız var mı?” dedim.

“Var” dediler. Sevindim. Kim olduğunu merak ettim. Hemen,

“Kim, ismi ne?” dedim.

“Ahmet Özdemir” dediler. Bir an şaşırdım.

“Ahmet Özdemir, henüz tayini yeni çıkmış birisi. Daha oraya gitmemiş bile” dedim.

“…….”

“Yani!..”

“Yok. Olsa söyleyeceğiz. Siz gidince orada tanıdığımız ilk kardeşimiz siz olacaksınız” dediler. Demek ki tanıdıkları kimse yokmuş. Peki, ben orada ne yapabilirdim? Gideceğim yerde tanıdık olmadığına göre aklımdan bir pazarlık yapmak geldi. Dedim ki:

“Ben S…ya gidiyorum. Dostluğumuzun devam etmesi ve kaybolmamak için sizden bir şey istiyorum.”

“Ne istiyorsun?”

“Gayet kolay”

“Yani!..”

“Beni gideceğim S….da siz ziyaret edeceksiniz. Siz gelirseniz, beni orada bulursunuz. Gelmezseniz kaybedebilirsiniz. Şayet günahlara dalarsam ve sapıtırsam, Ahirette yakanıza yapışacağım: ‘Ya Rabbi, ben söylediğim halde bu kardeşlerim beni unuttular, arayıp sormadılar’ diye Allah’a şikâyet edeceğim. Kaybolursam doğacak vebal, günah sizin üzerinizdedir.” Doğrusu onlara ağır bir vebal yüklemiştim.

“Tamam, İnşallah gelmeye çalışacağız” dediler.

“Siz ziyaret ederseniz, ben de iâde-i ziyaret ederim.”

“Allah yardımcın olsun! İnsî ve cinnî şeytanların şerrinden korusun” diye duâ ettiler.

Pazarlığımı yaptıktan sonra tayin olduğum yere gittim. Göreve başladım. İntibakta fazla zorluk çekmedim. İnsanlarla irtibat kurmaya başladım. Esnafla, memurlarla tanıştım. En çok görüştüğüm kimse de kasabanın tek postacısı olan Selahaddin Bey’di. Fırsat buldukça PTT’ye gider sohbet ederdim.

Gazete bayii ile tanışıp görüştüm: “Bana her gün bir adet Yeni Asya Gazetesi getireceksiniz. Ben gelmezsem de iade etmeyeceksiniz. Sonra gelir, alırım. Ama isteyene satabilirsin. Parasını peşin de verebilirim” dedim. Gazete bayii isteğimi makul karşıladı. Ana dağıtıma bildireceğini söyledi.

Kısa bir süre sonra gazetem gelmeye başladı. Sabahın ilk saatlerinde bayiden gazetemi alıp okumaya başladım. Okuduğum gazeteleri de aynı gün değişik adreslere postalamaya başladım. Böylece gazetemizi onlara da okutmuş oluyordum.

İstanbul’da konuştuğum kardeşler beni unutmadılar. Ara sıra az da olsa beni ziyaret ettiler. Ben de iâde-i ziyarette bulundum. Bulunduğum kasaba günah işlemeye oldukça müsait bir yerdi. Yazın kasabanın nüfusu birkaç kat artıyordu. Kışın normale dönüyordu. Deniz kıyısına kış mevsiminde veya sabah namazından sonra gidip tefekkür edebiliyordum.

Cemaate mensubiyet duygusu güzel bir şeydi. Günah işlemekten bile uzaklaştırıyordu. Orada Bediüzzaman’ın “Zaman cemaat zamanıdır” sözünü daha iyi anladım. Çünkü fert dahi de olsa büyük günahlara karşı dayanamıyordu. Üstadın, Bayram Ağabey Kore’ye giderken “Hiç korkma, korktuğun zaman beni hatırla, bizler daima inayet-i Rabbaniye altındayız. Hiç merak etme, Cenâb-ı Allah senin yardımcın olsun” diye yaptığı duâ aklıma geldi. Bizler Allah’ın inayeti, yardımı altındayız.

Ahmet ÖZDEMİR

26.08.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır