En son söylenecek sözü en başta ifade ederek başlamamızda, konumuz bakımından bir sakınca yok: Anayasa Mahkemesinin AKP hakkında verdiği kararın en kestirme yorumu, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” deyişinde dile geliyor.
AKP cenahındaki “Oh! Çok şükür kapatılmadık” rahatlaması, dâvânın açıldığı 14 Mart’tan bu yana partililerin dört buçuk aydır nasıl ağır bir stres ve baskı altında yaşadıklarının da bir ifadesi. Özellikle 5 Haziran’da yine aynı mahkemeden çıkan “üniversitelerde başörtüsü serbestisine yönelik düzenlemeyi iptal” kararından sonra kapatma dâvâsından farklı bir karar çıkabileceği noktasındaki ümitler iyice zayıflamış ve parti kendisini bu sona hazırlama psikolojisine girmişti. Her ne kadar belli etmemeye çalışsa da durum buydu.
Ama diğer taraftan, özellikle AB canibinden gelen mesaj ve uyarılar, dâvânın kapatma kararıyla sonuçlanması durumunda her bakımdan çok ciddî sonuçlar doğacağı yönündeydi. Öyle ki, kapatmama kararının çıkmasında etkili olan en önemli dinamiklerin başında AB’nin tavrı geliyordu. Buna ilâveten, epeyce bir zaman “ortadan ve ikircikli” bir tavır sergileyen ABD’nin, finale doğru bu tutumunu “Kapatılmasın ve demokrasi zarar görmesin” istikametinde değiştirme sinyalleri vermesi, dikkate alınması gereken bir diğer önemli faktördü.
Keza, uluslararası iş çevreleri de bilhassa son haftalarda “AKP kapatılmayacak” havasını yoğun şe-kilde pompaladılar ki, bunun da gözardı edilmemesi gerekiyor. Buna ilâveten, mahkeme üyeleri üzerinde bire bir sıkı ve yoğun markaj uygulandığına dair iddialar da işin bir başka ciheti.
Netice olarak, yer yer sinir harbine dönüşen son derece gergin ve sıkıntılı bir sürecin ardından karar çıktı ve en azından belirsizlik ortadan kalktı. Bu kararın herkesi memnun etmesi gereken en olumlu yönü, demokrasimize yeni bir parti kapatma ayıbının gölgesini düşürmemiş olması.
Bunda, 2001’de yapılan anayasa değişikliğiyle, parti kapatma kararı için en az 7 oyun şart kılınması ve yanı sıra kapatma dışında hazine yardımını kesme gibi daha hafif bir müeyyidenin getirilmiş olması önemli bir paya sahip. Demek ki, o düzenleme isabetli olmuş.
Ama görülüyor ki, yeterli değil. Bu düzenlemelerin demokratik kriterler çerçevesinde, işin özüne ve derinine inecek daha köklü reformlarla geliştirilmesi lâzım. Mahkemenin kararından ve Başkan Kılıç’ın açıklamalarından sonra ortaya çıkan tablo şu: AKP, kıl payı ipten döndü. Ama Hazine yardımından kısmen mahrum bırakılmak suretiyle ağır ve ciddî bir ihtar almış oldu.
Yani, bir bakıma, 5 Haziran’daki başörtüsü kararının devamı olarak, AKP’ye bir “çelik korse” daha giydirilmiş oldu.
Bundan sonraki süreçte AKP’nin başörtüsü meselesi başta olmak üzere, laiklikle bir şekilde ir-tibat kurulabilecek konuların her türünden fersah fersah kaçıp uzak durması, beklenen bir sonuç olacak. Bu konular açıldığında, bilhassa başörtüsü gi-rişimi söz konusu edildiğinde Erdoğan’ın “Biz de yanlış yapmış olabiliriz” diye alttan alıp, “iç barışı yeniden kurma” çağrılarında bulunması boşuna olmasa gerek.
Bütün bunların anlamı, yaklaşık altı yıldır AKP iktidarıyla sürdürülen 28 Şubat uygulamalarının, AKP işbaşında olduğu müddetçe daha da uzayacak olması. Kararı alkışlarla karşılayan AKP’liler bunu mu kutluyorlar?
Kararın muhtemel sonuçlarından biri, son zamanlarda çokça dile getirilen kabine değişiklikleri olabilir. Bu değişiklikleri, özellikle, iddianame ile hakkında siyaset yasağı istenen bakanların durumu açısından takip edip değerlendirmek lâzım.
Peki, Türkiye’nin yeni bir parti kapatma kararının eşiğinden dönmesi, Meclis Başkanının dediği gibi, demokrasi çıtasını biraz daha yükseltmiş olması anlamına gelir mi? Ölümü gösterip sıtmaya razı eden tavırlarla, zor.
Çıtanın gerçekten yükselmesi, halen karşı karşıya olduğumuz demokrasi ve hukuk a-yıplarından gerçek anlamda kurtulmamıza veya en azından o yola girdiğimizi gösteren ciddî işaretlerin belirmesine bağlı.
01.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|