Kulağa hoş gelen iki kelimedir dilek ve temenni...
Meltemsi esintisiyle havayı güzelleştirir. Yürekten gelir, yüreklere intikal eder, zihinlere işlenir, fikirlere güzellik katar. Yerine ve zamanına göre değer kazanır. Yersiz ve zamansız olanı ise havada kalır, kaale alınmaz, unutulur.
Farklı alanlarda, türlü maksatlar için yapılan resmî ve gayr-ı resmî toplantıların gündeminden düşmeyen bir madde vardır:
Dilek ve temenniler...
Bugüne kadar biz dahi hasbelkader değişik toplantılarda bulunmuş; bazen dilek ve temenniye muhatap olan organın başında, bazen içinde kaldığımız gibi, ara sıra da sade bir üye olarak icra makamına veya yetkili organa dilek ve temennimizi iletmişizdir. Her halükârda “dilek ve temenni” maddesinin kerâmetli işleyişine şahit olmuş, müessiriyetine kanaat getirmişizdir.
Dileklerin dile getirilmesinde yer, zaman ve mevkinin de önemi vardır. Mahiyeti itibariyle aynı olsa bile, müessiriyet alanı farklı olur. Aynı meseleyi bir heyette dile getirmek ile parlamentoda dile getirmenin boyutları elbette ki farklıdır.
Önemli ve düzeyli toplantılarda, kişi kendi görüş ve düşüncesini, çok farklı bile olsa, “dayatma ve empoze etme” havası içinde değil de “dilek ve temenni” zarfına sararak sunarsa daha etkili olabiliyor.
Bizim toplantılarımızın ekseriyetle düzeyli ve sükûnet içinde geçmesinde, umum kitlemizin sahip olduğu düzeyin payı vardır. Tecrübe, teknik bilgi ve zaman içinde elde edilen diğer kazanımların paylarını da yabana atmamak lâzım. Zamanın ve yeni gelişmelerin ilcaatına ve her şeye rağmen, sarsılmaz ve kırılmaz bir çizginin sahibi olmak, belki de bizim en büyük avantajımızdır. Yani şairin dediğine benzer bir şeyi şöyle ifade edebiliriz:
Öyle bir yola girdik mukaddes mi, mukaddes!
Ey farklı rüzgâr artık nereden esersen es!..
Bizim çizgimiz de, vizyonumuz da, misyonumuz da öyle sağlam bir zemine oturdu (veya oturma istidadındadır) ki, artık farklı yorumlardan, farklı gelişmelerden değil sarsılmak, rencide bile olmayacak bir sürece girildi. O kadar ki, geriye dönüp yollarda kalanları toplama azmini bile yakalamış durumdayız. Bu aşamada asıl dikkat edilmesi gereken şey, bu azmi ve gayreti rencide etmekten sakınmaktır. Zaman fedakârlık ve feragat zamanıdır. Susarak ve gerektiğinde sineye çekerek hizmete devam zamanıdır. Ki yapılan da budur. Böyle büyük bir “cihad-ı mânevî”de ufak tefek sıyrıklara da razı olunmalıdır.
Bugüne kadar yapılan bilumum meşveret ve toplantılarda ortaya sürülen görüş ve düşüncelerin, dilek ve temennilerin ve alınan güzel ve olumlu kararların uygulama alanı bulmasıyla, bugünkü noktaya gelinmiştir. Bu güzel neticeler; müessesede çalışanlarımızın, okuyucularımızın, mensupların ve seçilmiş organların katkılarıyla, güzel neşriyatımızla, fiilî ve kavlî duâlarımızla ve en başta Allah’ın izniyle kazanılmıştır.
Dilek ve temennilerimizin ve duâlarımızın kabul olduğuna şahit olmak, şevk ve heyecan kaynağı oluyor. En küçük birimlerde, en aşağı merhalelerde dile getirilenlerin, en üst karar merciinde kabul görmesi, yabana atılacak cinsten değildir. Bugün hâlâ açık ve geçerli olan yol budur. Bazı alanlarımızda sıkıntı ve tıkanma gibi gözüken noktalarda bile işletilmesi ve açılması gereken yol bu olsa gerektir.. Yani: Meşveret, meşveret, meşveret..
Son olarak deriz ki:
Risâle-i Nur öyle bir ilim kaynağıdır ki, bütün başka ilimler, başka bilmekler, başka malûmatlar ona gelir, kemal bulur, safileşir, hakikat olur, öyle bir akım ve cereyandır ki, bütün akımlar ve ideolojiler (felsefî olsun, dünyevî olsun) ona gelir, teslim olur, boyun eğer ve hâdim olur...
Meslek ve meşrebimize ve meşveretlerimize sahiplik noktasında her fert üzerine düşeni yaparsa, aşılamayacak hiçbir zorluk yoktur..
Toplantı huzur verir, konu güzel olursa,
Tartışmanın üslûbu, tonu güzel olursa...
Tekrar toplanmak için, neş’eyle dağılırız;
Kararların sonucu, sonu güzel olursa...
29.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|