27 MAYIS 1960 Darbesi tam bir yıkım olmuştur. Sosyal, kültürel ve ekonomik bakımdan geri kalmamızın en önemli sebeplerinden bir tanesi işte bu kanlı darbedir.
Bu konuda sayısız kitaplar makaleler yazıldı, eleştiriler yapıldı. Fakat ne yazık ki hâlâ bu darbenin etkileri birçok alanda devam ediyor. Bariz ve güncel bir örnek olması bakımından Genelkurmay Başkanlığı’nın Savunma Bakanlığına bağlanması konusunu ele almak istiyorum.
1960 yılına kadar Genelkurmay, Savunma Bakanlığına bağlı olarak çalışıyordu. Darbeciler ülkenin kilit noktalarına asker kökenlileri getirdiği yetmiyormuş gibi Genelkurmay Başkanlığı’nı Başbakanlığa bağlamışlardı. Aslında bu da sadece bir görüntüydü. Silahlı Kuvvetler, adeta devlet içinde bir devlet haline gelmişti. Genelkurmay Başkanları çoğu zaman Başbakan’ı takmıyorlardı bile… Sadece kâğıt üstünde Başbakanlığa bağlı görünüyordu o kadar.
Bu durum 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 darbe ve darbeciklerine ortam hazırladı.
Seçilmişlerin iradesi yani halkın seçtiği milletvekili ve hükûmetler askeriye üzerinde bir türlü egemen olamıyordu. Askerler başta irtica, ilke ve devrimler bahanesiyle halkın iradesine daima karşı çıkıyordu. Öyle ki hükûmeti dinleyen Genelkurmay Başkanları sırf bu yüzden “hain” damgası yiyebiliyordu.
Halktan uzaklaşmış, Amerikan ve Batı dünyasına kendisini daha yakın gören bir zümre egemen konumunu rahatlıkla devam ettirebiliyordu. Bu maksatla binlerce subay ve astsubay irtica yaygarası ile ordudan uzaklaştırıldı. Fakat sonradan anlaşıldı ki bu operasyon Silahlı Kuvvetler içinde yapılan bir kadrolaşma hareketiymiş. Başarıları ve madalyaları ile ortaya çıkan bu vefakâr askerler sırf eşleri başörtülü diye ordudan atılmamıştı. İleride terfi hakkı ellerine geçmesin diye sadece bir bahane üretilmişti. Kaldı ki eşlerin örtüsü bir suç olmadığı gibi Müslüman Türk Milletinin gurur ve övünç kaynağı olarak bin yıldır devam etmişti.
Terfi ve yükselmelerde liyakat ve başarı yerine cunta ve yakınlık derecesi önem kazanması Ergenekon soruşturması esnasında kısmen ortaya çıkmıştır. Bu acı ve üzüntü verici terör hareketi umarım hükümetin ve aydınlarımızın gözünü açmıştır. Aksi takdirde “geçen 49 yıl kimseye bir şey öğretmemiş” anlamı çıkacaktır.
Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi ile yapmaya başladığı reformlar halkın sıkıntılarına rağmen halinden memnun bazı çıkar gruplarını oldukça rahatsız etmişti. Hatta yıllardır acımasızca birbirini öldürmüş olan komünist-faşist gruplar “Kızılelma koalisyonu” adı altında bir araya gelerek AB’ye katılmaya karşı çıkmaya başlamıştı. Zira demokrasi ve insan haklarının gelişimi, altlarındaki baskıcı zeminin kaymasına sebep olmuştu. Bu sebeple yeni darbe teşebbüslerinde bulundular. Bir kısmı günlüklerden ortaya çıktı, fakat inkâr etmeye çalıştılar. Fakat mızrak çuvala sığmıyordu, planları birer birer deşifre oldu.
Şimdi hükümetin önünde önemli bir görev var. AB sürecinde bir nev'î yol haritası işlevi görecek Ulusal Programların üçüncüsü açıklandı. Bu programda daha öncekilerinde yer almayan bir başlık hemen göze çarpıyor, “Sivil-Asker İlişkileri”.
Bu başlıkta görülen dört önemli vaat arasında ne yazık ki Genelkurmayın Savunma Bakanlığına bağlanması yer almıyor. Askerî harcamaların Sayıştay denetimine alınması, askerî mahkemelerin görev ve yetkileri, iç güvenlik ve Millî Güvenlik Kurulu ile ilgili reformlar var. Fakat hepsinden önemli olan “atanmışların seçilmişlerin emri altına girmesi” konusu, üzülerek söyleyeyim ki yer almıyor.
NATO toplantılarında göze batan ve bizi alaycı bir şekilde eleştiren insanların dillerinden düşürmediği, Savunma Bakanının acınası pozisyonu hâlâ devam ediyor. İşin kötüsü AB, NATO değil ve bu birliğin “nev'î şahsına münhasır” ülkelere tahammülü hiç yok. Eğer tam üye olmak istiyorsan belirli kriterleri yerine getirmek zorundasın.
Tayyip Erdoğan partisini kapatılmaktan kurtardı. Fakat ülkemizin kurtarılması gereken çok maddesi var. Öncelikli olan maddelerden bir tanesi “Genelkurmayın Savunma Bakanlığına bağlanması” konusudur. Bu gelişme sağlandıktan sonra ülkemizdeki militer yapı kolaylıkla demokratik bir şekle dönüşebilecektir. Bunun için ise güçlü bir hükümet iradesi gereklidir.
Hükümetimizden ve Başbakanımızdan “lâf yerine iş” üretmesini bekliyoruz. Merhum Ziya Paşa ne güzel söylemiş: “Ayinesi iştir kişinin lâfa bakılmaz…”
30.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|