Bush yönetiminin gazıyla Gürcistan’ın Güney Osetya’ya girmesi ve Rusya’nın karşı müdahâlesi üzerine Kafkasya’da tırmanan çatışma ve gerginlik, bölgedeki yegâne “Amerikan müttefiki” Türkiye’yi zora soktu.
Washington, önce “hastane gemisi” adı altında ağırlıkları 140 bin tonu aşan iki dev askerî gemiyi “Gürcistan’a yardım” bahanesiyle Karadeniz’e sokmak istedi. Bu durum 1933’te İstanbul’da imzalanan Montrö Uluslararası Hukuk Anlaşmasına açıkça aykırı idi. Bu yüzden ABD’nin dayatması, Ankara’nın başına tıpkı 1 Mart tezkeresi gibi yeni bir krizi dûçâr etti. Sonra bundan güya vazgeçildi, lâkin yine ABD iki savaş gemisini boğazlardan geçirip Karadeniz’e soktu…
Oysa tonajı öncekilerden düşük de olsa savaş gemilerinin geçişine “izin” verilmesi, sözkonusu Montrö Sözleşmesinin yeniden masaya yatırılmasına sebebiyet verecek; ve Türkiye’nin gelinen noktada boğazların korunması açısından kazanılmış hakları da kaybetmekle karşı karşıya bırakacak…
Aslında “NATO görev gücü” çerçevesinde İspanyol ve Alman gemilerinin geçişinin ardından toplam tonajları 45 bin tonu bulan ABD ve Polonya’ya ait iki askerî geminin Boğazlardan geçmesi de “sözleşme”ye aykırı ve Türkiye’yi sıkıntıya sokacak türden.
Zira Montrö Sözleşmesine göre, Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelere ait savaş gemilerin tonajının herbirinin 15 bin tonu, toplam tonajlarının 30 bin tonu geçmemesi ve ayrıca 21 günden fazla Karadeniz’de kalmamaları gerekiyor.
Karadeniz’le kıyı şeridi olan Romanya ve Bulgaristan’ın “Amerikan gemileri”ne tam destek vermesine karşılık, Rusya’nın gemilerin “sağlık malzemesi” ve “insanî yardım” paravanında askerî malzeme, silâh ve mühimmat götüreceği endişesiyle itirazı, bu açıdan Türkiye’yi iki arada bir derede bırakıyor.
KRİZ VE ÇATIŞMA ÜZERİNDEN
HEGEMONYA VE ÇIKAR...
Görünen o ki, ABD, sırf hegemonya ve çıkarları hesâbına Türkiye’nin başını derde sokuyor; komşularıyla kavgalı hale getirmekten sakınmıyor…
Neticede, bölgede Rusya ve İran gibi istilâ politikasına itiraz eden bütün ülkeleri kuşatmayı hedef alan ABD’nin Karadeniz ve Kafkasları kontrol plânları devam ediyor.
Belli ki ABD, Soros’un fonlarıyla yaptırdığı “turuncu devrim”le başa getirdiği Mihail Saakaşvili’nin mantıksız mâcerasını da emperyal çıkar emellerine âlet etme peşinde.
En son Saakaşvili’nin, Bush politikalarını sürdürmeyi amaçlayan Cumhuriyetçi Amerikan Başkan adayı Jhon McCain’in, kampanyasını desteklemek için Bush’un yardımcısı Dick Cheney tarafından Güney Osteya’ya saldırtıp savaşa zorlandığı haberleri, bunun açık ifâdesi. Güney Osetya’ya saldırı tertibinin, Bush’un yolundaki McCain’e oy kazandırma oyunu olduğu söylentileri bunun göstergesi…
Anlaşılan ABD, 5 Kasım’da Beyaz Saray Oval Ofis’te Bush’la Erdoğan arasında varılan ve bir ay sonra Gül’ün Cumhurbaşkanı olarak ilk Amerika ziyareti ile te’yid edilen “görüşme”de deklâre edilen “stratejik ortaklığın” bedelini pahalıya satıyor.
Bundandır ki, Kuzey Irak hava operasyonlarındaki “istihbarat paylaşımı”nın karşılığını Ankara ödeye ödeye bitiremiyor…
ABD, tıpkı İsrail’le birlikte kontrolündeki Kuzey Irak’ta teröristleri himâye edip eğitmesi, bizzat terörist başının kardeşinin açıklamasıyla, örgüte başta ağır ve hafif silâhlar olmak üzere para, sağlık hizmeti ve malî yardım sağlaması misâli, Saakaşvili kabinesinde biri Savunma diğeri toprak bütünlüğünü sağlamakla görevli iki İsrailli bakanın ikrarıyla, güdümündeki Gürcistan yönetimine savaşması için destek vermekle kalmıyor.
Ve Saakaşvili’yi tahrikle tırmandırılan Gürcistan – Rusya krizi üzerinden Kafkasya ve Hazar havzası enerji kaynakları ve hatlarını elde etmek için Karadeniz’e konuşlanma plânını devreye sokuyor. Bunun için her şeyi göze alıyor…
“KAFKASYA İSTİKRAR VE İŞBİRLİĞİ PAKTI”NIN ÖNEMİ…
Kısacası Türkiye’nin bölgede bağımsız ve şahsiyetli politikasına bizzat “stratejik müttefiki” tarafından takoz konuluyor; komşularıyla karşı karşıya getirip ilişkilerini bozuluyor; manevra alanlarını kapatıp “Amerikan rotası”na mahkûm kalmasını plânlı bir biçimde dayatılıyor.
Başta Rusya ve Gürcistan olmak üzere en son Azerbaycan’ın ve hatta Ermenistan’ın olumlu bulup destek verdiği ve Türkiye’nin öncülük ettiği Kafkasya’nın barış ve refah merkezi olmasını esas alan “Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Paktı”na burun kıvırıyor, Türkiye’nin vazgeçmesini dayatıyor. Sırf uğruna ülkeleri işgal ettiği okyanuslar ötesindeki “çıkarları” zedelenebilir endişesiyle…
Ankara’nın böyle bir “stratejik müttefik”e ihtiyacı var mı? AKP siyasî iktidarının bu sâdece kendi çıkarını düşünen müttefik uğruna dış politika tonajını düşürmeye, komşularıyla ilişkilerinin bozulmasına değer mi?
Ankara’dakiler iyi düşünmeli ve kararlı olmalı...
24.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|