Oruç aslî yönü ile ele alındığında insanı özüne döndüren ve Rabbi ile irtibatını hatırlatan bir fiil ve yoğun his boyutu olan bir ibadettir. Hayata gelmekle ve maddî dünyaya gözünü açmakla insan asıl geldiği alanlar ve manevî âlemlerle bağını da koparmaktadır. Aslı ruhlar âleminden olan ve melekûtî bir diyardan gelmiş olan fert hayatın ve varlığın katı yapısı ve boğucu kesreti ile bu alanlarla olan irtibatını kaybetmektedir. Zaman ile bu âlemlerden geldiğini de iyice unutup benliği ve varlık ile ilgili tanımları tamamen maddî plana sınırlı olarak vehmeder. Bu hal, farklı bir memlekete gitmiş insanın kendi memleketi ile bütün bağları koparmasının ardından zaman içinde o memleketten olduğunu bütünüyle unutmasına benzer. Belki zaman içinde bir gün memleket ezgileri ile karşılaştığında ruhunun ta derinliklerinde, var olan kimlik kendini hissettirmekle özünü keşfedecektir.
Bu durum ruhlar âleminden gelmiş ve şu maddî dünyaya dalmış her insan için geçerli olsa gerektir. Aslında her insan maddî dünyanın boğuculuğu içinde, köyünün safiyetinden şehre gelmekle uzaklaşmış insanın özünden kopukluğunu yaşar. Oysa onun ruhu mânâ âleminin genişliğine muhatap olmuş Âlemlerin Rabbi’nin ‘ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabına mazhar olmuştur. Bu maddenin sınırladığı âleme sığmayacak özellikler taşımakta ve şu âlemde kendini gurbette hissetmektedir. Ancak âlemin boğuculuğu ile bu sıkıntısının kaynağını unutur. Acılarını unutmak için iyice dünyaya dalar. Oysa sıkıntılarının kaynağı zaten orasıdır. Derdin kaynağında aranan derman aslında ruhu yaralamakta ve kalbi kanatmaktadır.
Oruç, şu maddî dünyada ruhlar âleminin ve melekûti dünyanın ezgisidir. Yeme, içmeden ve maddiyattan sıyrılan insanın hali diskonun gürültüsü ortasında uzaktan gelen memleket ezgilerine kulak kabartan gencin haline benzer. Bu ruhanî ezgi ile küllenmiş benliğini ve gerçek kimliğini hissetmeye başlamaktadır. Hayatın yemek-içmek, alıp-vermek gibi maddî alana sınırlı işleyişlerden ibaret olmadığını anlayan insan, iç dünyasındaki zenginlikleri keşfe başlayacak ve şu dünyada ruhlar âleminden gelmiş bir yolcu olduğunun farkına varacaktır.
Bu yönü ile oruç bir öze dönüş, kendini keşfetme sürecidir. Yeme içmeye ve maddî alanın uğraşılarına ara vermek maddî dünyanın gürültüsü ortasında ruhanî âlemlerden gelen memleket ezgilerine kulak kabartmak gibidir. Bu ezginin yönünde ilerleyen insan iç dünyasında bu melodi belirginleştikçe rahatladığını ve farklı bir huzur hissettiğini anlamaktadır. Ramazan ayı içinde Kur’ân’a farklı bir yönelişin ve o ay insanların bu ilâhî nağmelere daha aşk ile yönelişinin gerisinde bu hakikat yatıyor olsa gerektir. Aynı hakikatten olsa gerek sekerat anında herkes Kur’ânî nağmelere muhatabiyetten müthiş bir rahatlık hisseder. Çünkü Kur’ân herkesin vatan-ı aslisinin, ilâhî nağmeleridir. Herkesin memleket ezgisidir. Oruç ise durup memleket ezgilerine kulak kabartmak ve ortamın gürültüsünden uzaklaşmaktır.
Şu dünyada herkes kendini bir boyutu ile gurbette algılar. Asıl vatanı olan ruhlar âleminden ruhunun derinliklerinde hep izler vardır. Bu izler zaman zaman şuur altında yerleşmiş kayıtlar olarak durur ve olaylar şeklinde yaşanan manevî ezgiler bu kayıtları açığa çıkarır ve derinden duygular yaşatır. İşte oruç bu tarz nağmelerden en vurgulu olanı ve çok derin duygular yaşatanıdır. Belki de bu yüzden inanan ve inanmayan herkes Ramazan’ı çok sever.
01.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|