Bugün, Ramazan ayının birinci günü. Biz de bu haftaki röportajımızı siyasetin uzağında, ama insanların kalbine yaklaştırmak istedik ve Ramazan ayının ulviyetini ve insanlar arasında sağladığı ilişkiyi konuşalım dedik. Bunun için de insan ruhunu yakından takip eden, duygu âlemi sevgiyle bezenmiş, kalemi kuvvetli Psikiyatr Doç. Dr. Kemal Sayar’ı tercih ettik. Sayar, Ramazan’ın bize bazı değerleri yeniden fark ettirdiğini söylüyor ve bu ayın inananı ve inanmayanıyla bir kardeşlik içinde geçmesi gerektiğini söylüyor. Biz de İnşallah diyoruz...
*Bugün, Ramazan’ın biri. Sizce Ramazan ruh dünyamıza neler getirdi?
Ramazan, her şeyden önce insanın derlenip toparlanma ve kendine bakma ayıdır. Bir muhasebe ayıdır. İnsanın, eşyadan uzaklaşarak ruhuna yaklaştığı bir aydır. Bir yıl boyunca gündelik telâşların peşine takılıp gideriz. Ramazan’ın orucu ve manevî havası bizi günlük koşuşturmacalardan geri çeker, “Dur” der. O bakımdan Ramazan yavaşlama ayıdır da. İnsanın kendi içine bakabildiği, içindeki zenginlikleri, imkânları keşfettiği aydır. Ayrıca hayatın içinde saklı güzellikleri fark etmemiz için sunulan imkândır. İnsan orucun getirdiği açlıkla ulvî birçok duyguyu tecrübe ediyor.
*Ramazan toplumsal olarak nasıl bir etki yapıyor?
Empati denilen duygu, karşımızdaki insanın yaşadığı tecrübeyi yaşarsak daha fazla hissedilebilir. Empati ise, kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak onu anlamak ve anladığımızı ona hissettirmektir. Açlık yaşayan insan, açlık yaşayan insanın acısını daha iyi hissedebilir. En azından kendi bedeninde açlığı hissetmekle, dünyada milyonlarca aç insanı daha iyi anlayabilir. Onlara yardım eli uzatma mecburiyeti duyabilir. Bu açıdan sosyal onarıcı bir fonksiyonu da vardır. İnsanların iftar sofralarında birbirlerine gidip gelmesini sağlıyor. Farklı sosyal, kültürel, ekonomik çevreden insanın aynı masada iftar sevincini paylaşmasını sağlıyor. Bu açıdan da sosyal kenetleyici bir fonksiyonu var.
*Açlık büyük bir öğreti galiba?
Ben, verilen nimetlerin idrak edilmesi açısından aç kalmanın büyük bir ibadet olduğunu düşünüyorum. İnsan midesini tıka basa doldurarak nimetin kıymetini idrak edemez. Bir şeyin kıymeti tam mânâsıyla onun yokluğuyla anlaşılabilir. Tokken, mutmain hayatlarımızın içinde bunlara hiç kıymet vermeyebiliriz. İşte Ramazan, bizde geçici bir yokluk oluşturmakla hem tabiata, hem kendi nefsimize, hem de Allah’ın bahşettiği hediyelere değerle yaklaşmayı öğretiyor. Hastalık anında sağlığımızın, ayrılınca dostlarımızın kıymetini daha iyi idrak ederiz. Açlık da dünya nimetlerinin idrak edilmesi için bir vasıta. Bunun yanında, iftar sofrasında sevdiklerimizle oturmak da zamanın kıymetini bize gösterir. Eğer biz iftar sofrasında yalnız kalırsak mutlu olamayız. Zaten iftar sofrası, Allah için yapılan ibadetin sonunda bunu sevdiklerimizle paylaşmaktır.
*İftar sofrasında insanlar sanki eşitleniyor. Şan, şöhret, maddiyat sıfırlanıyor. Ne dersiniz?
Bütün ibadetlerin özünde eşitlik vardır. İbadetler, kullar olarak bizi Yaratıcının karşısında eşit kılar. Oruçta da rütbe yoktur. Varlıklı insanlar daha az oruç tutar diye bir şey yoktur. Herkes kuldur ve acziyetinin bilincindedir.
*Ramazan, sadece yemekten uzak durularak yapılan bir ruh egzersizi midir?
Hayır. Günü birlik, insanı derin düşünmekten alıkoyan hayatın suflî, basit unsurlarını elimizin tersiyle ittiğimiz aydır. Ramazan’da boş konuşmamak, kötü söz söylememek, kalbi kötü şeylerle meşgul etmemek, kalp kırmamak gerekir. Ramazan’da insan kötülük orucuna girmelidir. Kötü ne varsa uzak durmalıdır. Tabiî ki bütün hayatımız boyunca kötülüklerden uzak durmalıyız, ancak Ramazan bunun terkip edildiği bir aydır.
*Ramazan’ın insanın gündelik telâşlarının dışına çıktığı bir ay olduğunu söylediniz. Peki ya şehrin telâş dolu, kaotik havasında yaşayanlara ne demeliyiz?
Desmond Morris, şehirler için, “İnsanat Bahçesi” tabirini kullanır. İnsanlar şehirlerde sıkıştırılmış şekilde yaşıyorlar. Bu sıkıştırma insanlar arasında patlamalara yol açıyor. Burada “Şehirde insan cennetini nasıl kurar?” sorusu akla geliyor.
*Nasıl kurar?
İnsanlarla daha fazla ilişki kurarak, sevdiklerine zaman ayırarak, hayatı güzelleştirmek için zaman harcayarak, yoksullarla daha fazla hemhal olarak, ıztırap içindekilerle ilgilenerek. Akrabalarını, dostlarını ziyaret ederek, onları misafir ederek şehrin kaosunu gül bahçesine çevirebilir.
*Misafir etmek demişken insanlar mükellef iftar sofrası hazırlayamadıkları için kendilerini ezik hissedip misafir dâvet etmeyebiliyorlar. Bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Tevazu, orta yol her kadim öğretide övülmüş bir değerdir. Ramazan ayında insan çok acıkmış olabilir, ancak ölçüyü gözetmek gerekir. İbadet, sabahtan akşama yapılıp akşam her türlü cevazın verildiği bir durum değildir. Bu ibadetlerin bir felsefesi, bir düşünce yapısı vardır. İftar vaktinde onu vestiyere asar gibi çıkarıp asamayız. İftar saatinde aşırıya kaçmamak gerekir. Bunun yanında Ramazan’ı riyazet havasına da sokmamalıyız. Riyazet insan ruhunu olgunlaştıran bir yöntemdir, ancak bu yöntemi herkes kullanamayabilir. Onun için ruhsat dairesinde hareketleri serbest bırakmalıdır. “Beş yıldızlı otelde iftar olur mu?” soruları soruluyor. Ben olsun diyorum, ancak oraya yoksullar da gelsin. Zengin yoksul bir arada olsun....
*Ramazan’ın festival havasına geçtiği konusunda bazı eleştiriler var. Eğlenmek insan psikolojisinin bir gereği değil midir?
İnsanların dinî hassasiyetlerini yoğun yaşadığı bir ayda, keyifli zaman geçirmek istemeleri, bence çok insanî bir durumdur. Ancak her şeyde olduğu gibi, eğlencenin de yozlaştırılmışı, basitleştirilmişi eleştirilebilir.
*Ramazan’ı yeni nesillere aktarmada bazı aksaklıkların olduğunu düşünüyor musunuz? Bu nasıl aşılır?
Ramazan’ın halet-i ruhiyesini gençlerimize taşımalıyız. Ramazan’ın sabahtan akşama kadar aç kalmakla ilgili bir ibadet olmadığını, olgunlaşma sürecinde bir basamak olduğunu anlatabilmemiz gerekir. Gençlere yeni bir dille dinî ritüelleri anlatmamız lâzım. Bugünün dünyasında insanlar bir anlam arayışı içindeler. Anlam eksikliği büyük sıkıntı oluşturuyor. Gençler hayatlarını anlamlandıracak, hayatlarına yön tayin edecek mensubiyet peşinde koşuyorlar. Dolayısıyla gençlere dinin sunduğu imkânları korkutucu olmayan, onların iç dünyalarında güzel yer edecek şekilde anlatmalıyız.
*Şu andaki eksikler neler?
Bu sorulara bir ilâhiyatçı cevap verse iyi olur. (Gülüyoruz)
*Ben olayın dinî tarafını değil, dinî değerleri insan ruhuna aktarmada nasıl bir yöntem yanlışı içinde olduğumuzu öğrenmek istedim...
Bugünkü dilin eksiği çok fazla yasakçı olması ve olumsuz mevhumlardan yola çıkarak bir çerçeve oluşturması. İnsanlara “Hırsızlık yapmayın” demek yerine “Dürüst olun” demek daha iyi bir dil. Olumsuzlardan yola çıkarak bir evren inşa etmek yerine, doğru olanı vaaz ederek dünya tasavvur etmek daha ümit verici, ruhlara daha çok hitap ediyor.
*Peki “Ramazan’da bu görüntülere muhatap olmak istemiyorum” dediğiniz olaylar var mı?
Ramazan çadırlarında insanların izzet-i nefislerini inciten görüntüler olmamalı. İnsanların saatlerce kuyrukta bekletildiği, itiş kakış içinde kumanya verildiği görüntüleri asla yaşatılmamalıdır. Yoksulların baş tacı edilmesi gereken bir aydayız. İnsanların komşuluk ahlâkını yoksulları arayıp bulacak şekilde geliştirmesi lâzım. Yoksulları kendimize komşu kılmamız lâzım. Günlük hayatımız içinde rahat bir şekilde yaşayıp gidiyoruz, gideriz de. Ama bu bizi daha fazla insan kılmaz. Bizi insan kılacak başkasının acısına kulak kesilmek, muhtaçlara yardım etmekle olur. Başkalarının ıztıraplarına ortak olabilirsek Ramazan’ın hakkını vermiş oluruz.
*Çok güzel tesbitler yapıyorsunuz. Devam eder misiniz lütfen?
Şer mihrakların toplumumuzda körüklediği bir kutuplaşma iklimi var. Ramazan ayının barış ayı olduğunu düşünerek bu kutuplaşmaların yok olmasını temenni ediyorum. Oruç tutanın tutmayana, tutmayanın tutana saygı duyduğu ve bu ayın neşesinin bütün ülkeye sirayet ettiği bir iklim diliyorum. Yahya Kemal, Oruç tutmamanın hüzünü “Yâ Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz! /Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz” dizeleriyle ortaya koyar. Bu toprakların iklimine uygun olarak oruç tutmayan, tutamayan insanları da iftarımıza dâvet etmeliyiz. Özlem duyulan, insanların inançlarından, kültürlerinden dolayı kınanmadığı, herkesin sofrasını bölüşebildiği, kardeşliğin yaygın olduğu Türkiye. Ramazan’da bunu gerçekleştirebiliriz.
Yahya Kemal’in, Oruç tutmadığı için Ramazan’ın neşe havasından istifade edememesinden duyduğu hüznü anlatan şiir:
Atik Valideden İnen Sokakta
Yazan: Yahya Kemal Beyatlı
İftardan önce gittim atik-valde semtine
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar bugün yine
Sessizdiler. fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizara çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer.
Bakkalda bekleşen fıkara kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sahilde bitti gün
Top gürleyip oruç bozulan lahzadan beri
Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri.
Ya Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz
Yurdun bu iftarından uzakta kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu teselli bu derdime;
Az çok ferahladım dedim kendi kendime:
Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.
|