Risale-i Nur’un ilk muhataplarının, ihtiyaca göre parça parça yazdırılan her bir risale elle çoğaltılmak ve bilâhare defaatle derinlemesine okunmak üzere kendilerine ulaştığındaki hissiyatlarını dile getirdikleri Barla mektupları, bugün eserlere muhatabiyet noktasında da genel bir problem olarak yaşadığımız ülfet perdesini yırtmamıza yardımcı olacak çok güzel irşadî mânâ ve mesajlar ihtiva ediyor.
O zaman öyle bir manevî atmosfer var ki, yazılan her bir yeni risale adeta iple çekiliyor. Ve özellikle, “Nurun birinci talebesi” Hulûsi Beyle “Hulûsi-i Sâni“ Sabri Efendi, sualleriyle birçok yeni risalenin telif edilmesine vesile oluyorlar.
Üstadın Barla Lâhikası’na yazdığı mukaddemede ifade ettiğine göre, “ahirdeki Sözler” ile “ekser Mektubat”ın yazılmasına en mühim sebep, “Hulûsi Beyin gayret ve ciddiyeti” olmuş.
Mektubat’ın üçte birlik kısmını teşkil eden ve Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi olarak bilinen On Dokuzuncu Mektub’un yazılmasına sebep de, “Sabri Efendinin samimî ve ciddî iştiyakı” imiş.
İşte Kur’ân’ın bu çağa dersi ve mesajı olan Risale-i Nur’un telifinde böyle bir muhatabiyet gerçeği de var. Ve bizim de Risale-i Nur’u okurken böyle bir samimî gayret, ciddiyet, dikkat ve iştiyak içinde olmaya çalışmamız lâzım ki, hem eserlerden istifade derecemiz yükselsin, hem de Üstadın yine aynı mukaddemede “talebelik, kardeşlik ve arkadaşlığın üç hassası” olarak zikrettiği vasıflarda terakkî ve tekâmül edebilelim.
Bu üç hassayı bir başka yazıya bırakarak, arefesini idrak etmekte olduğumuz Ramazan’la ve Ramazan Risalesiyle ilgili bir mektuba geçelim.
Mektubu yazan, “ikinci Hulûsi” Sabri Efendi.
Nurları düşünüp, pek çok hakikat ve hikmetleri ihtiva ettiğini gördüğünü ifade ettikten sonra, rahmet ve mağfiret ayının ibadetlerinden olan oruca ait bir mevzu açılmadığından bahisle, Üstada bu husustaki talebini iletmeyi düşündüğünü, ama bir sebebe binaen vazgeçtiğini anlatan Sabri Efendi, beklediği eserin o sırada Ramazan-ı Şerifin Cumartesi’ye tekabül eden onuncu günü saat on bir buçukta kendisine ulaştığını ifade ediyor.
Ve Üstada söylemediği halde talebinin bu şekilde cevap bulmasını yorumlarken, söz konusu risalenin kendisine şu mesajı verdiğini söylüyor:
“Senin kalbindeki hafî (gizli) bir arzu ve hissin, bizim levha-i manevîmizde gayet büyük harflerle yazılıdır ki, işte is’af edildi (karşılandı).”
Hoca Sabri Efendi bu manevî ikram karşısındaki duygularını da “Ruhumun mühim bir ihtiyacını temin eden, binler hikmet ve müjdeli Ramazaniye’yi alarak, Kur’ân-ı Azîmüşşanı inzal Edene secdeler ve Nurlar dellâl-ı âzamına teşekkürler ile, borçlu olduğum dua-i fâzılanelerine müdavim bulunduğumu arz eylerim” ifadeleriyle dile getiriyor ve “her bir nüktesi namütenahi hikmet ve hakikat müjdelerini hâvi, dokuz nükteli” Ramazaniye Risalesini hemen o gece “kemal-i fahr ve sürurla (iftihar ve sevinçle) yazdığını” ifade ediyor.
Sabri Efendi Ramazan Risalesi’ni böyle bir ulvî coşkuyla karşılayıp, diğer eserler gibi, çölde susuz kalmış bir yolcunun suya kavuştuğunda kana kana içmesini andıran bir iştiyakla sahiplenirken, Hulûsi Bey ise uzak mesafede bulunması sebebiyle bu risaleye gecikmeli bir şekilde, Ramazan bittikten sonra kavuşabiliyor (s. 122-3).
Ve “Gönül arzu ederdi ki, keşke bu âlî eser, bu Ramazan’dan evvel elimize geçmiş olsaydı” diye hayıflandığı söz konusu risalenin muhtevası hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
“Kur’ân’ın has dürbünüyle bakılmak suretiyle, Ramazan’ın hikmetlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz tarzda beyan buyurulmuştur. Allah sevgili Üstadımızdan razı olsun.” (s. 149)
Nurun ilk muhataplarının türlü imkânsızlık, zorluk ve baskılar içinde böyle bir heyecanla muhatap olup, her bir satır, kelime ve harfini ruhlarına nakşedercesine okudukları risaleler ve Ramazan Risalesi hepimizin elinin altında. Ve tarafımızdan aynı hissiyatla okunmayı bekliyorlar...
31.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|