ÖZELLİKLE “ciddî ihtar”lı “kapatmama kararı” sonrası siyasî iktidarın demokratikleşme ve özgürlüklerden sakındığı artık saklanmıyor bile. Bu durum bizzat iktidar partisi ve hükûmet sözcülerince âdeta itiraf edilmekte.
Hükûmetin, AB müzâkere sürecinde yapılması gereken ve özellikle temel hak ve hürriyetlerle din eğitimi ve öğretimi hakkını esas alan “reformlar”dan kaçınması, bunun bir işâreti. Bundandır ki iktidar partisinde baştan beri görülen fay hattı kırılması daha da sarsmakta. Bu yüzden demokratikleşme ve özgürlüklere dair düzenlemelere mesâfeli durmakta...
Bilindiği gibi AKP, evvela seçim beyânnâmesinde, “âcil eylem plânı”nda taahhüd ettiği YÖK yasasını çıkarmaktan caydı. Başbakan’ın tâlimatı üzerine Ceza Kanununda zinanın suç sayılmasını geri çekti. 28 Şubat “postmodern darbe”den kalma Kur’ân kurslarındaki “yaş yasağı”nı kaldırmasına yanaşmadı. Evinde komşu ve akraba çocuklarına meccânen Kur’ân derslerini verenlere “izinsiz eğitim”den dolayı hapis cezasını öngören maddeyi ceza yasasına soktu.
Keza içinde imam hatip liselerinin de bulunduğu her yıl binlerce meslek lisesi mezununun üniversiteye girişteki katsayı haksızlığını gidermedi. Yasadışı başörtüsü yasağı konusunda da Başbakan sâdece mağdurlara ve âilelere “teselli telefonu”yla kaldı. Kırılmalara yenileri eklendi…
İKTİDAR, DEMOKRATİKLEŞMEDEN
KAÇINIYOR…
Ancak “uyarılı kapatmama kararı”nın ardından kırılma o denli derinleşti ki, siyasî iktidar bilhassa inanç ve ibâdet hürriyeti ile din eğitimi ve öğretimini gündeme getirmeyi âdita yasakladı. O denli ki bunu “hükûmeti zora sokmak” ve “partinin kapatılmasına fırsat verdirmek” ve hatta “partiyi kapattırmak” olarak telâkki etti.
Bu sebeple Başbakan her ne kadar “tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmeyiz” dese de, iktidar partisi, resmî evrakta sahtecilik, zimmet, dolandırılıcılık ve ihâleye fesat karıştırmak türü suçların üzerine gitmiyor, yolsuzluk iddialarıyla ilgili ya suskun kalıyor ya da birkaç beylik lâflarla geçiştiriliyor.
Başbakan’ın, “rüşvetçileri aramızda barındırmayız” sözüne rağmen, milyon dolarlık rüşvet ve rant iddialarıyla partinin “dişlilerini” bozmakta; ancak ne garip ki hâlâ “ilgisiz” kalınmakta…
Oysa partinin Merkez Yürütme Kurulu üyesi ve Genel Başkan Yardımcısı bir milletvekilinin tamamen AB ülkelerindeki uygulamayı esas alan ve Anayasa’nın devlete yüklediği “âilenin ve gençliğin korunması” görevinin ifâsına yönelik genel ahlâkın korunmasını amaçlayan “gençleri koruma yasası” teklif taslağı, daha Meclis’e verilmeden bizzat Başbakan ve partisi tarafından derhal engelleniyor. Hem de uyuşturucu kullanımının ilk okul seviyesine indiği ve Google’in dünya arama motoruna Türkiye’nin en çok “porno” yazan ülke olarak “pornoda şampiyon” olduğu bir esnada…
“Şarap uzmanı” bir köşe yazarı çıkıp Başbakan’ın eşini alıp Boğaz’daki içkili restorana gitmesini ve içki içmezse de eline bir bardak alıp yan masaya “kadeh kaldırması”nı tavsiye ediyor; çok geçmeden Başbakan’ın “tavsiye”den iki gün sonra Rumeli Kavağı’nda âilesiyle içkili bir balık lokantasına gittiği haberleri çıkıyor.
Diğer yandan partiye mensup milletvekilleri beldelerini tanıtmak için fütursuzca “şarap festivalleri” ve yarışmaları düzenliyor. İktidar partisi buna da bigâne kalıyor…
YAMAN YALPALAMALAR
DERİNLEŞEREK DEVAM EDİYOR…
Özellikle “laik ve Atatürkçü bir AKP Belediye Başkanı olduğunu” söyleyen Belediye Başkanı, “şarapçılığı kalkındırmak” amacıyla “Kültür ve Şarap Festivali” düzenleyen Denizli’nin Bekilli İlçesi AKP’li Belediye Başkanı, ‘Gelin şarabımızı tadın” diye açıkça çağrıda bulunuyor. “AKP farklı şarapçılık farklı. Yani bugün AKP ile şarap yan yana gelemez diye bir kaide yoktur” diye konuşuyor. Lâkin gençleri uyuşturucu, sanal kumar ve kötü madde bağımlılığından korumak için yasa teklifi hazırlayan Genel Başkan Yardımcısı’na açılan “fırça”, bu başkana atılmıyor! Partiden de Başkan’ın şarabı metheden bu beyânlarının “partinin tüzüğüne ve programına aykırı olduğu” açıklaması yapılmıyor!
Keza Ankara Keçiören’de geceyarısı içki satan bir büfeyi kapatmak için zâbıtanın zor kullanıp büfeciye dayak attığı iddialarının mâlûm medyada serişte edilmesi üzerine, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği konuyu “incelemek” için Başkâtibini görevlendiriyor. Savcının yanı sıra Amerikalı diplomatlar da “olay”ı soruşturuyor.
Amerikan Elçiliği, sanki sömürge bir ülkenin genel valisi gibi Ankara’nın bir ilçesinin bir mahallesindeki içki satışının yasaya göre engellenmesini rapor edip Washington’a bildiriyor; hükûmet ve iktidar partisinden bir tek yetkili çıkıp haddi aşan bu “inceleme”nin Türkiye’nin içişlerine müdahâle olduğunu bildirmiyor, kınamıyor…
Özetle yaman yalpalamalar, partinin “ihtarlı kapatmama kararı” sonrasında “demokratikleşmenin temel zeminini oluşturan “yeni anayasa”dan vazgeçilmesiyle daha da derinleşerek devam ediyor…
Bakalım sonu nereye varacak…
31.08.2008
E-Posta:
[email protected]
|