Günümüz dünyasında milyonlarca kanserli hasta vardır. Her yıl sadece Avrupa’da 2,5 milyon kanser teşhisi konuyor. Bunlardan bazıları, “erken teşhis” avantajıyla hem tedavi görüyor, hem de işine devam ediyor. Bazıları iyileşmiş, tekrar eski sağlığına kavuşmuş ama, belli aralarla kontrole tâbi tutuluyor. Bazıları ümidini kesmiş, acılar içinde kıvranıyor, inim inim inliyor. Böyleleri, ölümü en büyük rahmet ve kurtuluş olarak idrâk ediyor, kâmil iman ve güzel bir sonla ölmeyi canına minnet sayıyor. Böyle birisini ziyaretim esnasında, Cenab-ı Hakk'ın, kendisine sabır ve dayanma gücü vermesi hususunda bizden ve herkesten duâ talebinde bulundu.
Bazı batı ülkelerinde son nefesinde acılar içinde kıvranan hastaya “ötenazi” uygulanıyor. Hastanın veya hasta yakınlarının isteği üzerine, hastanın ölümü çabuklaştırılıyor.
Türkiye’de ve İslâm ülkelerinde “ötenazi” yasaktır.
Türk hukuk mevzuatında ötenaziyle ilgili bir kanun mevcut olmamakla birlikte, iki işlemle yasaklanmıştır. 1960’da yürürlüğe giren Tıbbî Deontoloji Nizamnamesi ile 1998’de tamim edilen Hasta Hakları Yönetmeliği’nde ötenazi yasaklanmıştır.
Ötenazi tabirini ilk defa 18. yüzyılda ortaya atan Bacon’a göre; doktorun vazifesi “iyileştirme” ile ızdırapları azaltmak olduğu gibi, rahat ve kolay ölüm sağlamakla da olabilir.
Hollanda ve Belçika’da ötenaziyi hukuka uygun hâle getiren yasalar çıkarılmıştır. ABD’de ise sadece pasif ötenaziye izin var. Yani hastanın tedavisi durduruluyor, ölüme terk ediliyor.
Cenab-ı Hak böyle durumlarla karşı karşıya kalmaktan bizleri muhafaza eylesin.
***
Kanser insanın kanına girmeden, insanoğlu aklıyla ve ilmiyle kanser hücresinin içine girmeye çalışmalı, onu iyice tanımalı. Aslında mahiyeti itibariyle ve bazı özellikleriyle bu kanser hücresi, “ene”yi, “nefs-i emmare”yi, vesveseyi ve “yeis”i de andırıyor. “Cehil onu dâvet eder, ilim onu tard eder; tanımazsan gelir, tanısan gider” cümlesi, musibetli vesveseye uyduğu kadar, buna da uyuyor. Erken “tanı”nın (teşhis) kanserde önemli olduğu bilinen bir gerçektir.
Nefs-i emmareye benzeyen tarafına gelince, bilindiği gibi “nefis” kendisini serbest, müstakil ve bizzat mevcut bilir. Doku düzeni içindeki hücre hayatında da, biyolojik şartları ortak karşılama ve omuzlama şuuru vardır. Hücrelerin bu doku düzeni şuuruna uymayan tek bir hücre tipi vardır ki, o da kanser hücresidir. Kanser hücresi bu toplu hayattan kaçıp bağımsız yaşamak ister. İstemesine ister ama, bu emeline ulaşamaz. Baş kaldırır, isyan eder, anarşi çıkarır.
Kanser bir yönüyle de “yeis”e (ümitsizlik) benzer ki, “yeis, ümmetlerin, milletlerin seratan (kanser) denilen en dehşetli bir hastalığıdır” şeklinde Bediüzzaman’da tarifini bulur. Yeisin, ümitsizliğin içimizde hayat bulup dirilmesi hastalığına karşı da, “el-emel, yani rahmet-i ilahiyeye kuvvetli ümit beslemek” fikrini, eczane-i Kur’anîyeden “ilaç” olarak takdim eder.
Manevi bünyemizi kemiren “yeis” kanserinin ilacı “el-emel” (ümit) olduğuna göre, maddi bünyemize yol bulup giren kanserin en baş ilacı da, tıbbî tedavilerinin beraberinde, yine “ümit” olmalıdır. 1983 yılında yazdığım ve ihtilâl marazına maruz kalan gazetemizin kapanmasıyla, hâlimizi tasvir eden TASVİR’de çıkan uzun bir şiirin bir bölümüyle bu yazıya veda ederken, Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyorum. Cenab-ı Hakk bütün hastalarımıza sabır, tahammül, ümit ve şifa ihsan eylesin.
Hoş geldin vücuduma ey davetsiz misafir!
Hakk’tan emir aldıysan, çekinme içeri gir!
Davet etmedim gerçi, öyleyse gönderildin…
Vazife aşkıyla mı vücudumda dirildin?
Rabbimden almamışsan ölümüm için emir,
Bin bunca şiddetinle istersen içime gir!
Ey musibet, ey maraz sen bir halt edemezsin!
Mücadelemde asla beni alt edemezsin!
04.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|