Barla hayatı devresinde (1926–34) dört adet kedisi vardı, Üstad Bediüzzaman'ın. Üstad, onları hem severek besler, hem de rızkındaki berekete sebep oldukları gerekçesiyle onlara minnettarlık duyardı.
Görgü şahitlerinden (Hüseyin Bülbül, vd.) dinlediğimiz kadarıyla, kediler de Üstad'a ziyadesiyle bağlı olup ondan uzun süre ayrı kalmaya dayanamazlardı.
Barla'da Çınaraltındaki menzilinden namaz vakti çıkıp Mus Mescidine giden Üstad Bediüzzaman'a kedileri de tam tekmil iştirak ederlerdi. Namazın bitiminde de, dış kapının gıcırdamasıyla birlikte kediler hemen harekete geçer ve koşarcasına Hazret–i Üstad'ı karşılamaya giderlerdi.
1934 senesinin yaz mevsimi ortalarında, sekiz yıldır Barla'da ikamet etmekte olan Üstad Bediüzzaman'ın Isparta şehir merkezine nakl–i mekân etmesi istenir.
Kediler, yeni sürgün yerine gitmek için hazırlanan Hazret–i Bediüzzaman'ın bu halini garip bir sûrette hissederler. Yakında başlayacak olan bu meçhûl ayrılığa, bu yakıcı firaka dayanamayacaklarını hisseden kediler, kederinden hastalandılar, yemeden içmeden kesildiler ve peşpeşe ölmeye başladılar.
Onların bu kederli ölümlerine şahit olan Üstad Bediüzzaman, yanlarına giderek şunu söyler: "Hey mübarekler! Siz benden önce gitmeye başladınız."
Hapse girince
Benzer bir hadise de 1948 yılı başlarında Emirdağ'da yaşandı.
Yine görgü şahitlerinin (Ahmet Urfalı, vd.) anlattıklarına göre, çarşı içindeki menzilinde Hazret–i Üstad'ın iki adet kedisi vardı.
Bu kediler öylesine terbiye edilmişlerdi ki, aynı evde beslenen fareye dahi ilişmezlerdi. Tıpkı, Isparta'daki Fıtnat Hanımın evinde olduğu gibi. Normalde birarada bulunması mümkün olmayan bu iki hayvan, uzun müddet aynı evde serbestçe geziyor ve kendi yemleriyle besleniyorladı.
Bediüzzaman Hazretleri, 1948 yılı Ocak ayı ortalarında onlarca talebesiyle birlikte ağır cezada yargılanmak üzere Afyon Hapishanesine sevk edilir.
Onları besleyen, onların sahibi olan Üstad Bediüzzaman'dan ayrı kalmaya dayanamayan kediler hastalanır, günlerce yemeden içmeden kesilir ve nihayet ölüp giderler.
Şahsî faziletini gizliyor
Başka hususlarda olduğu gibi, kedilerin değişen halleriyle alâkalı olarak da şahsına ait fazilet ve harikalıkları gizleyip perdeleyen Bediüzzaman Hazretleri, bu mübarek hayvanların firak acısından kaynaklanan o kederli, hazinane ölümlerinden hiç söz etmez.
Oysa, kedilerin rızkına bereket kattığından ve bu sebeple onlara minnettar olduğundan, muhtelif eserlerinde sitayişle bahseder.
Üstad Bediüzzaman'ın sergüzeşt–i hayatında, buna mümasil pek çok mesele olduğu muhakkak. O, hemen her meselede şahsî kemâlâtı gibi harikulâde hallerini de Risâlelerde mümkün olabildiğince gizlemeye ve perdelemeye çalışmış.
Uyku bahsine zeyl
Hz. Bediüzzaman'ın, Risâle–i Nur dersinde vaki uyuklama hallerini yadırgamamasının sırrını, hikmetini soran okuyucularımıza şu mânâdaki düşünce ve kanaatimizi iletmek istiyoruz: Evvelâ, bu halin en mühim hikmetini Üstad'ın kendisi izah ediyor ki, uyuyan ve o an için şuuru kapanan kişinin uyanık duyguları ve latifeleri var. O duygular, okunan iman dersinden hissesini alıyor. Kaldı ki, Risâle–i Nur, sadece şuura hitap etmiyor. Şuur altında, şuur üstünde ve şuurun ötesindeki duygulara, hatta şeytanın dahi elinin yetişemediği noktalara hitap ederek, oralara da iman nurunu serperek zerk ediyor.
Bir başka nokta da şudur: Derste uyuklamayı yadırgadığınız veya "Kardeşim, madem ki uyuyorsun, o halde gelme" tarzında sözler sarfettiğiniz takdirde, haliyle bazı yorgun, hasta ve uykusuz kalmış bazı bîçarelerin derse gelmesine ve o imanî bahislerden hissedar olmasına mani olursunuz. Bu da, maazallah büyük bir vebâli muciptir.
Netice itibariyle, derse hiç gelmemek mi, yoksa uyuklamaya rağmen yine de gelip isbat–ı vücut etmek mi daha doğru bir hareket olduğunu düşünürsek, insafın gereğini yapmış ve hakkını teslim etmiş oluruz.
Kaldı ki, ders okunurken uyuklayan bir kimse bile, ara verildiğinde, hele hele çaylar geldiğinde derhal uyanır ve kardeşlerle muhabbetdarâne hasbihal etmeye başlar. Bu da az bir kazanç değildir. Zira, o kardeşimiz fenafilkitap olamadıysa da, fenafilihvan sırrına dahil olmuş sayılır. Ki, mâbeynimizdeki en mühim mesele budur.
Bu bahsi, Zübeyir Ağabeyin şu tavsiyesiyle bitirelim: "Derslerdeki muhabbet faslını uzun tutun."
Tarihin yorumu 4 Eylül 1919–25
Kongrenin sekreteri İstiklâl Mahkemesinde
Sivas Kongresi çalışmalarına başladı. O zamanki ismiyle Mekteb–i Sultanî olan lise mektebinde toplanan delegeler, kongre çalışmasına 11 Eylül gününe kadar devam etti. Ardından, üzerinde yemin edilen bazı millî kararlar alındı.
Bu kongreye katılan parlak simalardan biri de gazeteci, yazar ve tarihçi kişiliğiyle tanınan İsmail Hami Danişmend'dir.
Kongreye İstanbul delegesi olarak katılan Danişmend, aynı zamanda kongrenin divan kâtipliği, genel sekreterliği ve istihbarat şubesi şefliği görevlerini de yürüttü. Kongrenin ardından da, Sivas'ta çıkarılmaya başlanan İrâde–i Milliye gazetesinin başyazarlığını üstlendi.
İşte bu mühim şahsiyet, ne yazık ki, beş yıl kadar sonra aynı kongrede bulunmuş bazı şahıslar tarafından en ağır şekilde cezalandırılmak istendi. Şeyh Said Hadisesi sebebiyle bir bahane bulunup İstiklâl Mahkemesine sevk edilen Danişmend, idam edilmekten kıl payı kurtuldu ve ancak 8 Eylül 1925'te beraat edebildi.
Bu kırgınlığından olacak, Osmanlı tarihini kronolojik olarak gün gün yazarak kitaplaştıran Danişmend, Cumhuriyet tarihinin bir tek gününü dahi yazmaya gönlü razı olamamıştır.
04.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|