Bediüzzaman “İnsanın vazife-i asliyesi, iman ve duâdır” (Sözler, s. 502); “Demek, insan bu âleme ilim ve duâ vâsıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir” der. Çünkü “insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duâdır. Duâ ise esas-ı ubudiyettir. Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir duâ eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânü’r-Rahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla duâ etmek gerektir. Tâ ki, makasıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin.” (Sözler, 503-504)
Ünlü psikolog William James “Üzüntü ve sıkıntılarımızın en değerli ilâcı din ve imandır” der. Francis Bacon da, doğru düşüncenin insanı dine, imana ve duâya yönelteceğini ifade etmiştir.
Gerçek saadetin imanda ve her şeye kadir olan Allah’a duâ etmekle kazanılacağı fikrinde birleşen filozoflar “Gerçekten dindar bir insanda sinir illeti olmaz” demektedirler. Herry Ford da “Benim inancıma göre, işler, Allah’ın elindedir, onun iradesindedir... O, her şeyi en güzel şekilde yapar. O halde, üzülecek ne var?” demiştir.
Hz. İsa (as) “İsteyin size verilir. Arayın bulursunuz! Kapıyı çalın size açılır” diyerek havarilerini ve inananları duâ ile Allah’a yöneltmiştir. Gerçekten de duâ etmek, cesaret ve emniyetle düşünmeye yardım eder.
Dale Carnegie’nin dediği gibi “İnsanı dindar yapan, belli fikirleri aklen kabul etmek değildir, belli kaidelere uyması da değildir. Belli bir ruha sahip olması, belli bir hayata katılmasıdır.”
Yine William James “Okyanus üzerindeki derin, azgın, coşkulu dalgalar, derin kısımlara dokunmazlar. Geniş ve derin hakikatlerle uğraşan bir insan için, dış dünyadaki değişiklikler, nispeten ehemmiyetsiz görünür. Binaenaleyh, gerçekten dindar olan bir insan, sarsılmaz bir hoşgörü ile doludur. O, olacak herhangi bir olayı sükûnetle bekler” diyerek Allah’a tevekkül eden bir insanın olaylar karşısında itidalini kaybetmeyeceğini ve tehevvüre kapılmayacağını ifade etmiştir.
Duâ, derdimizi olduğu gibi ifade etmeye yarar. Ayrıca yalnız olmadığımızı hissetmek ve derdimizi bilen ve gidermeye gücü yeten birisi ile paylaşmak demektir. Yine duâ, dertlerimizden kurtulmak ve yükümüzü hafifletmek için atılan ilk adımdır.
Duânın en tatlı meyvesi şudur ki: “Duâ eden adam anlar ki, birisi var; onun hâtırât-ı kalbini (kalbine gelen hatıraları) işitir, her şeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına meded eder.” (Sözler, Sayfa 288) Her şeye kadir ve her şeye mâlik olan bir Zatın varlığını bilmek ve Ona inanmak, insanı büyük bir rahata ve huzura kavuşturur.
Şu şekilde duâ edebiliriz:
“Allah’ım! Hakkımda en hayırlı olan nedir, bilmiyorum, fakat sen bilirsin. Bize en hayırlısını, rızana uygun olanını nasip eyle. Sevdiğin şeylerden bize ihsan et. Rızandan ayırma. Allah’ım! Bizi son nefesimize kadar iman ve Kur’ân hizmetinde hayırlı vazifelerde istihdam et. Bizi nefsimize bırakma, her türlü kötülüklerden muhafaza et...” Âmin!
03.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|