"Gerçekten" haber verir 02 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Eğitim

NÖBETÇİ ÖĞRENCİ UYGULAMASI DOĞRU MU?

Eğitimde sürekli yeniliklerin konuşulduğu, TKY’den (Toplam Kalite) ve AB standartlarından bahsedildiği ülkemiz devlet okullarında hâlâ çocuklara nöbet tutturulmaktadır. İlköğretim Kurumları Yönetmeliği “Öğrencilerin Nöbet Hizmetleri” ile ilgili 138. maddesi şöyledir; “Küçük yaşlardan itibaren görev ve sorumluluk duygularını geliştirmek, okulun yönetim işlerinde görev almalarını sağlamak amacıyla 5. 6. 7. ve 8'inci sınıf öğrencileri, okul yerleşim alanı içinde nöbet görevlerini yürütürler. Öğrencisi yeterli olmayan okullarda 4'üncü sınıf öğrencilerine de nöbet görevi verilebilir.”

Beş bin nüfuslu bir okulun kapısının önünde nöbet tutturulan 5' inci sınıf öğrencisinin omuzuna bindirilen bu görev ve sorumluluk duygusu sizce de biraz ağır olmuyor mu? 12–13 yaşlarında bir çocuğun, koskoca okulun bekçiliğini yaparak güvenliğini sağlama girişimi gerçekten sorumlulukların en büyüğü olsa gerek! Birde okul çevresinde var olan tehlikeler dikkate alınacak olursa bu durum gerçekten yönetmeliği de aşan ciddî bir sorundur. Ve bu ciddî sorun; maalesef ne hükümetin ne de Millî Eğitim’in gündemine girebilmektedir.

Diğer taraftan “nöbetçi öğrenci” tanımlamasıyla öğrencilerin, okul idarecilerinin -ki bunlar aynı zamanda birer eğitimci ve en az bir sivil toplum örgütüne üyedirler- odalarını silip süpürmek üstüne birde onlara çay servisinde bulunmakla da görev ve sorumluluk duygularının gelişeceği bekleniyor! Yani hizmetçilik yaptırarak çocukların görev ve sorumluluk duygularının gelişeceği umuluyor. Vahim olan bu eğitimci ve sendikalı okul idarecilerinin nöbetçi öğrenci uygulamalarını olumlu bulmalarıdır. Bugüne kadar nöbetçi öğrenci uygulamasını eleştiren bir tek okul idarecisine rastlanılmadı! Derste olması gereken öğrencisinin kendisine çay servisinde bulunmasına “görev ve sorumluluk bilinci gelişiyor” gerekçesiyle ses çıkarmamaları gerçekten eğitim adına üzücü bir tablodur. Yönetmelik bir kez daha okunduğunda (madde 138) şu ince ayrıntı gözden kaçmayacaktır. ‘‘Öğrencisi yeterli olmayan okullarda 4'üncü sınıf öğrencilerine de nöbet görevi verilebilir.” Burada “öğrencisi yeterli olmayan” ne anlama gelmektedir? Eğer gerçekten görev ve sorumluluk duygusu verilmek isteniyorsa yeterli öğrenci şartı aranmamalıdır. Belli ki burada “hizmet” kastedilmektedir. Devletin belirlediği müfredatlarla eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdüren özel okullarda böylesi bir nöbetçi öğrenci uygulamasına rastlanılmamaktadır. Yani bu durumda özel okullar çocukların görev ve sorumluluk duygularının gelişmelerinin önünde engel mi oluyorlar. Elbette hayır, çünkü bu tip bir uygulamanın bununla bir alâkası yoktur.

Çocuklar çalıştırılamaz;

UNİCEF Çocuk Haklarına Dair Sözleşmenin 32/1 maddesi:

“Taraf devletler, çocuğun ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâksal ya da toplumsal gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul eder” der. Uluslar arası çocuk hakları sözleşmelerini de aykırı olan bu nöbetçi öğrenci uygulamasının bir şekilde çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Ve çocukların derslerine devamı sağlanmalıdır. Çünkü çocuklar okulu koruyamazlar, idarecilere hizmet edemezler, odalarını silip-süpürüp üstüne birde çay servisinde bulunamazlar… Özgür bir toplumun ilim, irfan, ahlâk ve vicdan sahibi kaliteli yurttaşlarını yetiştirmenin yolu elbette ki eğitim kurumlarından geçer/geçmelidir de. Bu yüzden eğitim kurumları söz konusu olduğunda yenilikçi, modern, AB standartları ölçeğinde, bilimsel uygulamalara ve yönetmeliklere gerek olduğu bilinmelidir. Ve bu bilinç ve sorumlulukla hâlihazırda uygulanan yönetmelikler gözden geçirilmelidir.

Okulları; idarecileri donanımlı (kaba ve otoriter değil) daha modern, daha özgür ve bilim üreten ortamlar haline getirmek elbette mümkündür. Yeter ki yenilikçi, özgürlükçü ve bilimsel bir kafa yapısına sahip olalım. Bu tip yönetmelikler eğitimcilerin kılık-kıyafet yönetmeliği dâhil, demokrat, özgürlükçü bir zihin yapısıyla yeniden değerlendirilmelidir. Eğitimcilere yönelik nöbet yönetmeliğinin de muhtevası kesinlikle eğitimle doldurulmalıdır. Eğitimciler sadece belirlenen gün ve saatte okul koridorlarında çocukların birbirlerine çarpmaması için gayret göstermekten başka bir işe yaramamaktadırlar. Çocuklarımızın psikolojik ve sosyal gelişimleri ve okulundan edineceği sorumluluk duygusu sadece nöbetçi öğrenci uygulamalarıyla sağlanamaz. Onları hayata hazırlarken, sorumluluk sahibi birer yurttaş haline getirirken çok dikkatli olmak zorundayız. “En iyi hizmeti veren, sorumluluğunu en iyi bilendir” gibi saçma ve eğitimle alâkası olmayan aldatmacalarla vakit kaybetmemeliyiz.

UFUK COŞKUN

02.09.2008


Fail-i malûm

Türkiye Ergenekon’la tanıştıktan sonra birçok cinayetlerin de sırrı çözülecek gibi gözüküyor. Artık “fail-i meçhul”, karanlıkta kalmış olay kalmayacak.

Çünkü hepsinin faili artık “malûm”.

Mumcu, Üçok, Kışlalı cinayetleriyle ilgili savcılık delilleri bunları anlatmaya çalışıyor.

Ülkeler ve toplumlar da tıpkı insan bedeni gibi; ahenk bozuldu mu, organlar mefluç oluyor.

Göz kulağa itiraz ederse, dil beyindeki düşünce yerine ağzına geleni söylerse ne olur?

Adama “Hasta” derler; hatta “Deli!”

Virüslü bir vücuttur artık o; tedavi için anti virüs lâzım.

Ülkeler de böyledir.

Ayaklar ayaklığını, eller elliğini, gözler gözlüğünü, kulaklar kulaklığını; kısacası herkes yerini bilmeli.

Eskiler “Ağır ol molla desinler” demişler ya, herkes yerli yerinde ağırlığını bilmeli.

Bilmeli ki, “Adam” desinler.

Ergenekon düzenbazlığı bu ülkeye sokulmuş en büyük fitnelerden biridir.

Bu fitne virüsü ülkenin her organını çürütmüş; bürokrasi buna şahittir.

Bu fitne virüsü sağdan soldan her kesimi de virüslü hale getirmiş.

Sağın da solun da haysiyeti kalmamış.

Eskiden “Solun namusu” vardı; şimdi Ergenekon ile muallel olmuş durumda.

Susurluk olayında yeteri kadar tartışılmayan sağın aksine, şimdilerde sol iyi tartışılıyor.

Devletle özdeşleşmiş sağ ne zaman tartışılacak bilmiyorum; ama o da eş zamanlı tartışılmalı!

Sağ da, sol da kendi haysiyetini kurtarmak için şunlardan vazgeçmeli:

Devleti, iktidarı ya da bürokrasiyi ele geçirmekten; kısacası güç hesaplarından.

Sağ, sahiplenme duygusuna da çeki düzen vermeli; hangi sebeple olursa olsun adam öldüren katilleri korumamalı.

“Ne yaptıysak vatan, millet, devlet için yaptık” sloganlarına prim vermemeli.

İnsan hak ve hürriyetlerine, demokrasiye kim darbe vuruyorsa karşısına dikilmeli.

Kenanizmin ve Özalizmin empoze ettiği “Kemalist milliyetçilik” ve “Kemalist Müslümanlığı” hemen terk etmeli.

Slogancılıktan vazgeçmeli.

Kendini devlet sanmamalı.

İç sorgulamasını geciktirmemeli.

Sol da çözümcülüğe yaklaşmalı.

Sorunsallaştırmak iyidir; ancak sonuca gitmek lâzım.

Sonuca giderken yola Kemalizm’in döşediği mayınlara basmamak en önemli labirent halinde.

Ey sağ ve sol yanım!

Demokrasiyi ve AB üyeliğini sabote etmek amacında olan ve hâlâ güçlü konuma sahip Ergenekonculara dikkat!

Sizi birbirinize düşürmek için göz kırpmadan nice değerleri ortadan kaldıranların kim olduğu belli.

Yani failleri malûm…

Titreyin ve kendinize gelin!

B. SAİT ÇİFTÇİ

02.09.2008


Zaman “proje merkezli düşünme” zamanı

Ekonomik ve sosyal gelişimi gerçekleştirebilen ülkeler hem proje çalışmalarını, hem de karar süreçlerine bütün sivil toplum kuruluşlarının etkin katılımını teşvik etmektedir. Bu sebeple kamu-sivil bütün kesimlerin karar sürecine katılımı sağlandığında süreçte karşılaşılan sorunlar çok daha hızlı çözülebilecektir. Ulusal ve yerel sivil toplum örgütlerinin çalışmalarının sadece devlet desteği ile değil, proje üretebilmesi ve hızlı çözüm yolları bulabilmesi ile başarıya ulaşabileceğini unutmamalıyız. Çünkü fon kaynaklarına ulaşmak için günümüzde proje hazırlama adımlarını (planlama, tanımlama, formülasyon, uygulama, değerlendirme-denetim) bilmek, planlamak, uygulamak ve sonuçlarını doğru analiz edebilmek önemli bir ön şart haline gelmiştir. Seçilen konu ne kadar iyi olursa olsun, hazırlık aşamalarında basamakların ikişerli üçerli atlanması, belli bir noktadan sonra bütün sürecin tıkanmasına sebep olur. Bununla birlikte proje konusunun ve hedeflerinin belirlenmesi, o projenin uygulanması için yeterli bilgiyi içermez. Şu konuların da gözden geçirilmesi gereklidir: Genel hedefler, proje amacı, fayda sağlayacaklar, ana hedefler/çıktılar, faaliyetler, ilgililik, yapılabilirlik, potansiyel sürdürülebilirlik, verimlilik, faaliyet, analiz (problem, hedef, strateji), varsayımlar, mantıksal çevre matrisi, proje yönetimi…

Proje hazırlamaya başlamak için seçilen konuyla ilgili kapsamlı bilgi sahibi olmakta yarar vardır. Çünkü mevcut bilgilerimizle, gerçekleştirebileceğimiz bir çalışmada bizim farkında olmadığımız bir nokta olabilir. Bu nokta da projenin bir aşamasında sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Projenin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için sürekli yeni bilgiler edinilmeli ve çıkabilecek sorunlar öngörülebilmelidir. Başlangıç aşamasında belirlediğimiz konu ile ilgili daha önce gerçekleştirilmiş projeleri incelemek, yazılı ve görsel kaynakları izlemek, konunun uzmanlarıyla fikir alış verişinde bulunmak süreci hızlandıracaktır. Yine yeni bilgiler edindikçe daha farklı bir çalışmaya yönlenebilir, aklınıza bambaşka özgün fikirler gelebilir.

Önemli bir başka nokta da projenin hazırlık ve başlangıç aşamasında zamanı doğru değerlendirebilmektir. Çünkü üst üste yığılan çalışmalar, bir sonraki çalışma için kullanacağınız süreyi azaltır. Ayrıca projeyi zamanında yetiştirmeye çalışırken, önemli noktalar, bilgiler ve belgeler gözden kaçırılabilmektedir. Proje metnini hazırlarken konuyu en doğru şekilde anlatan sözcükler seçilmelidir. Zaten uluslar arası kuruluşlar ve sivil toplum örgütlerine gönderilen pek çok proje, ya proje hazırlama tekniklerine dikkat edilmediği ya da ne yapılmak istendiği tam olarak açıklanamadığı için ilk değerlendirme aşamasında geri çevrilmektedir. Elimizdeki bilgi kadar, o bilgiyi nasıl karşı tarafa ilettiğiniz de önemlidir.

Hazırlanan projelerin büyük çoğunluğu, yeni bir şeyler üretmek, toplumdaki aksaklıklara çözüm bulmak, eğitim faaliyetlerinde bulunmak gibi amaçlar taşımaktadır. Ancak projenin ne kadar büyük ve kapsamlı olursa o kadar çabuk kabul göreceği ya da uygulanabileceği düşünülmektedir. Oysa seçilen projelerin iddialı olanlar değil, orijinal ve uygulanabilir olanlar olduğunu görüyoruz. Para kazanmak için proje hazırlamak yerine hazırladığınız proje için kaynak aramak daha kolaydır. Çünkü hazırlanmış ve üzerinde çalışma yapılmış projelere AB, kamu kuruluşları, sivil toplum örgütleri kaynak sağlayabilmektedir.

Projenin gerçekleştirilmesinde farklı ülkelerdeki eğitim kurumlarıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla ve gönüllülerle çalışmak; Projenin risklerinin paylaşılması, işbirliğinin kolaylaşması, yapılan faaliyetlerin daha fazla kesime ulaştırılması ve diyaloğu güçlendirmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Avrupa Birliği, projelerin değerlendirilmesinde ve yürütülmesinde bu noktalara büyük önem vermektedir.

Her yıl yapılan “en iyi buğday” yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: “Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor” dedi. “Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz?” diye sorulduğunda; “Neden olmasın” dedi çiftçi. “Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu sebeple, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor…”

Mutlu bir hafta geçirmeniz dileğiyle…

MUSTAFA OĞUZ

02.09.2008


SÖZ BİRLİĞİ

Bilgi, başarıyı gösteren yol işaretleridir

Yeni güç kaynağı çok az kişinin elinde olan para değil, çoğu insanın elinde olan bilgidir (John Naisbitt). Cehalet kötü bir bitki gibidir; diktatörler bu bitkiden istifade ederler; oysa demokrasilerde vatandaşların cehaletine katlanılamaz (William Beveridge). İnsanın cehaleti konusunda cahil olması daha kötüdür (Saint Jerome). Bir ülkede okumaya karşı istek artmadıkça, gaflet ve bundan doğacak felâket azalmaz (B. Franklin). Sürekli olarak kendini yönetebilmek insanın sahip olabileceği en değerli yeteneklerden birisidir (Bertrand Russel). Genel bir kural olarak, hayattaki en başarılı insan, en iyi bilgiye sahip olandır (Benjamin Disraeli). ...Unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir (Xsentius). İnsan akıllı bir yaratıktır; böyle olduğu için de uygun gıdasını bilimden alır; fakat insanın bilgisinin alanı öylesine dardır ki, bilimden aldığı besinlerden ancak çok az bir kısmı için ümitlenilebilir (David Hume). Yapılırken heyecan duyulmayan işler başarılamaz (Emerson). Bu dünyada hiçbir şey bilinçli cehaletten ve aptallıktan daha tehlikeli değildir (Martin Luther King). Gerçek mutluluk mal ve mülke sahip olmak ile değil, akıl ve erdeme sahip olmak ile mümkündür (Aristo). Bilgi cesaret verir, cehalet küstahlık (Terry).

02.09.2008


AİLE REHBERİ

Mini mini birler!

İlköğretim 1. sınıf ile okul öncesi öğretime kayıt yaptıran minik öğrenciler bu hafta okulla tanışacak. 2008–2009 eğitim-öğretim yılı 8 Eylül 2008 Pazartesi günü başlayacak. Millî Eğitim Bakanlığının ‘’İlköğretim 1. sınıflar ile ana sınıflarına başlayacak öğrencilerin okul korkularını yenmelerini ve okula uyumlarını sağlamak’’ amacıyla gerçekleştirdiği uygulama kapsamında minik öğrenciler bu yıl 1–5 Eylül arasında ‘’uyum programı’’na alınacak. Öğrenciler, uyum programında öğretmenlerinin gözetiminde çeşitli faaliyetlere katılacak, okullarını, arkadaşlarını, öğretmenlerini tanıyacak. Öğrencilere ‘’okula güvenle gidip gelme’’ eğitimi de verilecek. Bu süreçte veliler de ‘‘çocuklarıyla okula gidip gelmelerinin alışkanlık haline gelmemesi için’’ zaman zaman sınıf ortamına alınacak, rehberlik ve psikolojik danışma servislerince bilgilendirilecek.

Çocuklarda 6–11 yaş arasında okul fobisinin görülme oranı kız öğrencilerde yüzde 13, erkeklerde yüzde 9’dur. Okul fobisi, çok şiddetli okula gitmeme isteği, psikolojik ve fiziksel sorunlarla kendini gösterir. Çocuk, okula gitmemek için pek çok bahane üretir. Tedirgindir, odasında yalnız kalmak, sürekli uyumak ister. Hayat sevinci kalmamış gibidir. Söylenenlere cevap vermez ve verilen görevleri üstünkörü yerine getirir. Psikolojik tepkiler; ağlama, korku, panik, utangaçlık, huzursuzluk, sinirlilik, anlayışsızlık, içe kapanıklık, saldırganlık vb. davranışlarla ön plana çıkar. Çocukta sürekli baş ağrısı, mide bulantısı, iştahsızlık durumu mevcuttur.

Çocuk, okula gitmek istemiyorsa, anne ve babası da onunla okula gidebilir. Böylece ilk gün çocuk kendini güvende hissederek daha rahat uyum sağlar. Ebeveynler, okulun iyi yönlerini vurgulamalı ve çocuğa baskı uygulamaktan kaçınmalıdır. Öğrenciye, sürekli ‘korkacak bir şey yok’ dendiğinde öğrenci daha fazla paniğe kapılarak, başka bahaneler öne sürebilir. Eğitimli ve başarılı bir birey olabilmek için okula gitmenin önemi anlatılmalıdır. Yetişkinler, sınıfta sürekli huzursuzluk çıkaran ve okula gitmemek için uğraşan öğrencilerin başarılı olamayacağından söz edebilir. Anne ve babaların çocuklarına, acıyan ve korku dolu yüz ifadeleriyle bakmaları, başına bir iş gelecekmiş gibi sürekli yanında olmaları öğrenciyi tedirgin eder. Ona güvendiğinizi hissettirmek ve rahat görünmek çok önemlidir. Okul fobisini yok etmek için bir uzmandan yardım almak, çocuğun sınıf ve rehber öğretmenlerinden iletişimi koparmamak gerekiyor.

02.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

 
GAZETE 1.SAYFA

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır