Suyun inbisat kanunu gibi hakikatın da, fıtratın da yayılma gücü vardır. İslâm ise fıtratı temsil ettiğinden dolayı engel tanımadan yayılıyor. Bu, dost ve düşmanın şehadetiyle ispat edilmiş bir gerçektir. İslâm’ın bu yayılma gücü ve potansiyeline karşı birileri kulp takma sevdasına kapılmıştır. Birileri kulp takma babından İslâm’ın kılıç dini olduğunu ve kılıçla yayıldığını ileri sürüp duruyor. Öyleyse, Müslümanların fizikî olarak geriledikleri dönemde İslâm hangi niteliğinden veya faziletinden dolayı yayılıyor? İslâm’a kulp takmak isteyenler aslında Peygamberimiz’e kulp takmak isteyen müşriklerin zihniyetini taşıyorlar. Çıkışında ve bi’setinde hafsalası almayanlardan bazıları ona şair, kâhin, mecnun veya saralı kulpu takmışlardı. İslâm’ın manevi gücünü red ve inkâr edenler ona hep bir maddî güç atfetmek istediler. Ama biz yakinen biliyoruz ki, İslâmın gücü haddi zatında manevîdir. Hem Hazreti Ömer (ra) hem de Hazreti Ali’ye (ra) nisbet edilen bir söz var. Zaferleri önce gönülde ve zihinde kazandıklarını söylüyorlar. Zaferin psikolojik yani görünmez ayağı ve boyutu olmadan görünür ayağının olması mümkün değildir. Zafer pazuda değil iradededir. Bundan dolayıdır ki, ‘kılıç kesmez el keser’ demişlerdir. Elbette kılıç bir sebeptir ve küçümsenmemesi gerekir ama fail ve aktör değildir. İslâm’ın mesajı bütün ilâhî mesajlar gibi haddizatında manevîdir. Yayılması da eskilerin hissî (somut) ifadesiyle dile getirdikleri maddî gücünden ziyade manevî gücünde yatmaktadır. Aksi taktirde, hicrî 6 ve 7 ve miladî 19’uncu ve 20’inci yüzyılda İslâmiyetin tamamen sönmesi gerekirdi. Halbuki o zahiri olarak inbisat yerine inhisar etmesine ve gerilemesine rağmen derinden derine yeni mevziler kazanmış ve genişlemiştir. Mağlup olduğu dönemlerde bile ‘sırran tenevveret’ sırrıyla manevî olarak yücelmiş ve yükselmiştir. Çünkü İslâm evvelemirde fiziğe değil metafiziğe ve gönüle hitap ediyor. Gönüller yapıyor ve gönüller kazanıyor. Bundan dolayı Müslümanlar fiziken mağlup olduklarında dahi, o ilerlemesini sürdürüyor.
***
11 Eylül süreci bunun tarihteki en büyük tanıklarından birisidir. 11 Eylül sürecinde Irak ve Afganistan fiziken işgal edildi ve İslâm töhmet ve suçlanma mevkiine oturtuldu. Ama İslâmiyet suyun inbisat kanunu gibi yayıldı. Yangının da yayılma istidadı ve kanunu var. Ama su gibi değil. Onun panzehiri sudur. Halbuki suyun panzehiri ateş değildir. Su ateşi söndürür ama ateş suyu durduramaz. Yok edemez sadece buharlaştırır. O buharlar sonra yeniden bulutlarla birlikte su olarak geri döner. Dolayısıyla ateş şerir güçleri temsil ederken fıtratın gücünü su temsil etmektedir. Birisinin yükselişi arizi diğerininki daimidir. İslâm akıllara durgunluk veren bir hızla yayılıyor. Bu yükselişin tanıklarından birisi İngiltere İçişleri Bakanı J. Smith... Aziz Üstel onun tanıklığını satırlarına şöyle dökmüş: “J. Smith, İngiltere’de her yıl 50.000 İngiliz’in İslâm dinine girdiğini ve 11 Eylül 2001’den bu yana toplam 400.000 İngiliz’in Müslüman olduğunu açıkladı. Bugün İngiltere’de toplam 2 milyon, Avrupa’daysa 21 milyon Müslüman yaşıyor. Tabi bunun en büyük nedeni Batı toplumlarındaki dinsel ve kültürel değerlerin çok ciddi bir biçimde aşınması... Dahası İslâm, sağlam temellere dayalı toplumsal bir yaşam biçimiyle aile yapısı sunuyor. Yakın bir gelecekte, Müslümanlar, Avrupa nüfusunun yüzde 20’sini oluşturacak ve bu kıtanın siyasî geleceğini belirleyecek. Bu gidişle biz AB’ye katılacağımız yerde, AB bize katılacak...”
***
Bu tanıklardan birisi de Vatikan’ın en mühim şahsiyetlerinden birisi olan Jean-Louis Pierre Tauran’ın tanıklığıdır. O bütün dinlerin eşit ve bir olduğunu savunduğu bir konuşmasında şaşkın vaziyette İslâmiyetin bu kadar yayılmasına bir anlam veremediğini ifade etmek istemiştir. İslâm’ın misyonerleri ve misyonerlik teşkilatları olmamasına rağmen, o kendiliğinden yayılıyor. Merhum Ali Ulvi Kurucu’nun aktarımı ve Mustafa Sadık Er Rafii’nin deyimiyle Müslümanlar ateş içinde ama ateş onları yakmıyor. Hatta Müslümanlar ef’alleriyle İslâm’ın hilâfını izhar etseler de bu bile İslâmiyetin fıtrî yayılmasını ve yükselişini engelleyemiyor.
Aynen söylendiği gibi;
“Takdiri Hüda kuvve-i pazu ile dönmez,
Bir şem’a ki Mevlâ yaka üflemekle sönmez.”
Şaşırtıcı olan nokta budur. Jean-Louis Pierre konuşmasında İslâm’ın insanları çarptığını ve insanların da İslâm’a vurulduğunu söylemiştir (İnne’l aleme mehvusun bil’İslam, El Müctema dergisi sayı: 1807). Bernard Lewis 2005 yılında bir Alman gazetesine yaptığı değerlendirmede en geç İslâmiyetin yüz yıllık dilim içinde Avrupa’yı istila edeceğini öngörmüştür. Görüldüğü gibi Bernard Lewis günümüzde kılıç faktörünün yerine Müslümanların tenasül ve tevalüd ve çoğalma (doğurganlık) gücünü ikame etmiş. Demografik istiladan dem vuruyor. Zira kafası ters kurgulanmış bir kere. İçinde bulunduğu duvarları ve berzahı aşamıyor. Halbuki İslâm manevî gücünden dolayı Müslümanlar gerilese bile o hep yükseliş burcundadır. Onun seyri Müslümanların seyriyle aynı değil. İslâm bozuk Musevî anlayışında olduğu gibi Museviliği Yahudilikle kaim ve onun inhisarında gören bir anlayışta değildir. Yani İslâmiyet kavm-i necip olsa da Araplarla kaim değildir. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler... (Maide 54)” buyurur. Türklerin bu âyetin tecellisine mazhar oldukları da söylenmiştir.
04.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|