Kafkasya krizi devam ederken ekonomideki türbülans endişeleri sürüyor. Ve Kafkasya krizi ekonominin kırılgan durumuyla kesişiyor. Başbakandan ve hükûmet sözcülerinden kamuoyunu rahatlatmak için her ne kadar “her şey yolunda” mesajları gelse de, dünyadaki küresel ekonominin etkisinin Türkiye’yi de kıskaca aldığı, bizzat ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı tarafından haber verilmekte.
Dünyanın büyük bir küresel krizle karşı karşıya kaldığını belirten Bakan’ın, “Küresel ekonomi çok zor bir dönemden geçiyor. Ben size bütün samimiyetimle söyleyeyim; bu noktadan sonra şartlar zorlaşabilir, bunun yansımaları giderek dalga dalga geliyor” sözleri bunun açık ikrarı.
Dünya ekonomilerinin bir yandan enerji fiyatlarındaki artışla, diğer yanda gıda ve kredi kriziyle mücadele ettiğini belirten Bakan’ın Amerika ve Avrupa ekonomilerinin küçüldüğü bir süreçte Türkiye’nin özellikle enerjide dışa bağımlı hâliyle mâruz kaldığı sıkıntıyı nazara vermesi, her şeyi ortaya koyuyor. Bu gidişle yıl sonuna kadar enerji ithalatı 50 milyar dolara varacak. Cari açık tahmini de 50 milyar dolar civarında. Petrol ve emtia fiyatlarının seyrinin önümüzdeki dönemde önemli olduğunu Bakan da belirtiyor.
Bu açıdan Türkiye’nin bu kritik süreçte yanlış yapmaması, iç ve dış politikalarında daha dikkatli olması icâb ediyor.
AB OYUNA GELMEDİ…
Herkes biliyor ki ABD, içinde bulunduğu ekonomik durgunluktan korkuyor, Bunu gidermenin yollarını arıyor. Başa getirdiği Saakaşvili’yi azmettirip Gürcistan’ı Güney Osetya ve Abhazya’ya saldırtan ABD ve İsrail bölgede sadece kendi egemenlik alanını geliştirmek ve enerji havzası ve hatlarını elde etmek peşinde.
Bunun içindir ki Rusya’nın yanıbaşındaki krize müdahalesini bahane ederek, “yardım” adı altında savaş gemilerini bu ülkenin burnu dibine sokuyor. Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkeleri ve en çok Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya bırakıp emperyal çıkarları uğuruna Türkiye’nin başına belâ açıyor.
AB bunun farkında... ABD’nin dünya ekonomisini çökertip uluslararası sermaye elindeki ekonomisini yegâne aktör etmesi oyununu arka plânının vahâmetine vakıf. Bundandır ki ABD ve İngiltere’nin önerdiği ve Sarkozy’nin dayatmak istediği Rusya’ya yönelik “yaptırımlar”a gelmeyip, Kafkasya’daki sorunun diplomatik yollarla çözülmesini esas alan sorumlu bir tavır sergiliyor.
Zira AB ülkeleri, enerji ve doğalgazda büyük oranda Rusya’ya bağımlı. Rusya’yı dışlamanın bölge ile birlikte Avrupa’yı ve dünyayı ciddî ekonomik ve siyasî krizlere düçar edeceği ve küresel krizi daha da azdıracağı ortada.
Bunun içindir ki “şerrinden emin olmak için” açıkça ABD’ye karşı tavır alamazlarsa da, ABD’nin yeniden “soğuk savaş”a yol açacak ve Avrasya ve Asya’yı kuşatacak, petrol ve doğalgaz rezervlerini ve yollarını kontrol altına alacak komplosuna karşı, müteyakkızlar.
Kaldı ki başta Çin, Hindistan ve Orta Asya ülkeleri olmak üzere, Asya’daki büyük ekonomik güçler de ABD’nin bu taktiğine karşılar. Başta “tepki”yle karşılansa da orta vadede Güney Osetya, Abhazya ve hatta Çeçenistan, Dağıstan gibi diğer özerk bölgelerin bağımsızlıklarının dünyaca “fiilî durum” olarak kabulleneceği, geçmişteki örnekleriyle ortada.
Rusya da bunun farkında... Türkiye’ye gelen Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un, Gümrüklerdeki sorunun kısa zamanda aşılacağını açıklayıp Türkiye’nin Kafkasya’da barış ve istikrar işbirliği projesini desteklemesi bunun ifâdesi…
TÜRKİYE EKONOMİSİNİ VE
GELECEĞİNİ DÜŞÜNMELİ…
Bundandır ki Ankara, bir tek “istihbarat paylaşımı”na bedel olarak ödeye ödeye bitiremediği Amerikan eksenindeki politikalardan vazgeçmeli. Irak meselesinde, İran konusunda, Kafkasya krizinde barış ve istikrarı için bölge ülkeleriyle diyalog ve işbirliğini öncelemeli.
“Stratejik müttefiklik”, “BOP’un eşbaşkanlığı” benzeri içi boş laflarla başkalarının istimal ettiği bir “âlet-i lâ-yeş’ur (şuursuz bir âlet) olarak fitne ateşinin içine atlamamalı…
Evvelemirde bölge dışı güçlerin çıkar politikaları cenderesinden çıkmalı; ekonomisini ve geleceğini düşünmeli. Rusya’nın da önerdiği bölge sorunlarının bölge ülkeleriyle birlikte çözmeye yönelmeli.
Ankara’nın demokratikleşme ve özgürlüklere dair idarî ve hukukî reformları tavsatmaması, AB müzâkere sürecini akamete uğratmamı daha da ehemmiyet kazanıyor.
Diğer yandan terörle mücadeleyi daha etkili yöntemlerle sürdürmesi şart. Okyanuslar ötesinden gelip Müslüman komşu Irak’ı işgal eden ecnebilere verdiği desteği gözden geçirmesi, komşularıyla arasını açacak oldubittilere gelmemesi gerekiyor. İran’a yönelik tamamen ABD ve İsrail’in hegemonya ve çıkar politikalarına âlet olmaması, Suriye, Lübnan ve diğer bölge ülkelerine yönelik emr-i vakilere gelmekten sakınmalı. Krizin Türkiye’nin başkalarının çıkar hesapları uğruna “millî menfaatleri”ni zedeleyen, önemli ticaret ve enerji anlaşmaları içindeki Rusya ile işbirliği hatlarının kopmasına müsaade etmemeli…
04.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|