Şu himmete bir bakın!
Hanımefendi 50’li yaşlarda. İlkokul mezunu. Çocuklarını da büyütmüş artık. Evde trafik yoğun değil. Beyefendi de emekliliğin tadını çıkarıyor. Ve böylece sürüp giden bir hayat serüveni.
Bu serüvenin konuşulacak çok boyutları var.
Hayat, içinde taşınan hedefiyle anlamlıdır. O hedefin de yüzünün nereye dönük olduğu önemlidir. İman sahibi insan için, öldükten sonrasına bir katkısı olmayacak hedefin, şevkin, heyecanın pek de bir anlamı yok.
Bu süreç şu an herkes için işliyor.
İlkokul mezunu, ama Arapça ve İngilizce
öğreniyor
Geçenlerde duydum, 50’li yaşlarda, ilkokul mezunu bahsi geçen hanımefendi, İngilizce ve Arapça öğreniyormuş. Hem de epeyce ilerletmiş.
Peki, derdi neymiş diyeceksiniz?
Hacca gidecekmiş.
Ee, ne âlâka?
Ne âlâkası yok ki, şu dil öğrenme amacına bir bakın. Hacta, farklı farklı ülkelerden gelen, farklı farklı diller konuşan Müslüman kardeşleriyle, İngilizce bilenlerle İngilizce, Arapça bilenlerle Arapça görüşüp, konuşacakmış.
Bu amaç, bu dilleri de sevdirmiş.
Ve gelen cümleler hanımefendinin kendisine ait:
“Hac, Müslümanların kongresi ise, bu kongreye ne götürüyoruz?
Kiminle, neyi konuşacağız?
Kur’ân hazinesi nur eserlerini, tanımayanlara nasıl tanıtacağız?
Kiminle nasıl selâmlaşacağız?
Nereden gelip, kim olduğumuzu, kime, nasıl anlatacağız?
Konuşmadan, görüşmeden, dertleşmeden kardeşlik yaşanır mı?
Onun için Nur talebelerinin, bu zamanda en az bu iki dili bilmesi lâzım.
Bu, hizmet için de, dünya işleri için de gerekli.
Artık asrın donanımlarından birisi de bu diller.”
Aydın insan deyince hatırınıza kim geliyor?
Nasıl efendim? Ben, bu düşüncelere, aydın insan düşünceleri diyorum. ‘Dar düşünceler, dar görüşler’e inat, ufku geniş mü’min düşüncesi, işte böyle olur.
Dil gibi araçları, doğru amaçlar için kullanmak işte budur.
Yıllarca dil okuyup ama kullanamayan, kurslarda dil öğrenip ama sınavı verdikten sonra unutan ‘yüksek diplomalıların’ kulakları çınlasın.
‘Kazanımlarını dâvâsı için kullanmak’ kavramı kime hitap ediyor?
Fakültelerdeki kazanımlarımız
neden hayatla iç içe değil?
Hedefi de himmeti de büyük, insanlardan alacağımız daha çok dersler var. Sadece hacta kullanmak amacıyla, iki dil öğrenmeye azmetmiş bir hanımefendi örneği, ibretle ele alınması gereken bir örnektir.
İçinizden ‘işte kahraman bu!’ dediğinizi duyar gibiyim.
Ben de öyle diyorum. Ama bir şey daha yapıyorum. Bu amaçla dil çalışmalarına çoktan başladım bile.
Peki, ilköğretimden üniversitelere kadar dil dersleri alan öğrencilerimize ve yıllarca kurslara gidip, ancak iki cümleyi bir araya getiremeyen, derdini bir insanla paylaşamayan eğitimcilerimize ne demeli?
Ne acı ki, bizim değişik alanlardaki pek çok profesörümüz bile, -pratik anlamda- bir yabancıya, yıllarca öğrendiği yabancı dille, derdini anlatma konusunda ciddî zorluk çekmektedir.
Bu sonuç, dile sadece akademik kaygı için çalıştıklarından mıdır acaba?
Kim bilir belki de.
O zaman, yabancı dile farklı anlamlar yüklenmeli ve hayata katılmalıdır. Yani hem akademik hayata vesile, hem de hayatı kolaylaştıran bir etken ve çok amaçlı bir kazanım gözüyle bakmalı ve öylece uygulanmalıdır.
İnsanı insan yapan faaliyetidir
Evet, insan faaliyetiyle anlamlıdır. Yıkıcı ve yapıcı olarak tezahür eden faaliyetler, insan hayatının da anlamını oluşturuyor.
Faaliyetin etkisi önce yapanda hissedilir. İçten dışa doğru, yapılan faaliyetin dalgaları oluşur. Bu dalgalar da, mutluluk ve neşe olarak tezahür eder. Bundandır ki insan için hayat, faaliyet ve hareketten ibarettir.
Faaliyetin küçüklüğü ve büyüklüğü de kişiden kişiye değişecektir. Durumu, imkânı, şartları ne olursa olsun insan, sahip olduklarını kullanma faaliyetiyle imtihandadır. Hasılı insan, himmetiyle anlamlıdır. Hazret-i Peygamber’in (asm), ‘Ümmeti! Ümmeti’ yakarışıyla, ümmetinden bir tek ferdin bile Cennete girmemesi karşısında, cenneti de istemeyen bir himmet yansıması asırlara hep örnek olmuştur.
Hazret-i Ebubekir’in, ‘Ya Rabbi! Cehennemde benim vücudumu öyle büyüt, öyle büyüt ki, ehl-i imana yer kalmasın’ yaklaşımı, tam bir iman yansıması olarak tarihe geçmiştir.
Yine Bediüzzaman’ın, “Kur’ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin îmanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.” cümleleri, harika birer himmet yansımasıdır.
Kimin himmeti yalnız nefsi ise; o insan değil
Evet, insan içinde taşıdıklarıyla insandır. Taşıdığı yürekle insandır. Ve insan, himmeti kadardır. Düşüncesinde, davranışında ve gayretinde bütün bir milletin varlığını taşıyan, onların hukukunu dikkate alan ve onlara karşı kendisini manevî olarak sorumlu hisseden insan, büyük insandır.
Onun için denmiştir ki, “..bir adamın kıymeti, himmeti nisbetindedir. Kimin himmeti milleti ise o kimse tek başiyle küçük bir millettir…”
Menfaat-ı şahsiyesine hasr-ı nazar edenin, insanı insanlıktan çıkaracağına dikkat çekilen metinde, böyleler için, masum olmayan cani bir hayvan tanımlaması yapılmaktadır. “Yâni: Kimin himmeti yalnız nefsi ise; o insan değil. Çünkü: İnsanın fıtratı medenîdir, ebnâ-yı cinsini mülâhazaya mecburdur. Hayat-ı ictimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Meselâ: Bir ekmeği yese, kaç ellere muhtaç. Ve ona mukabil o elleri mânen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alâkadar olduğunu kıyas ediniz... Menfaat-i şahsiyesine hasr-ı nazar eden, insanlıktan çıkar, mâsum olmayan câni bir hayvan olur. Birşey elinden gelmese, hakikî özrü olsa, o müstesna!” Tarihçe-i Hayat, s: 88.
İnsan himmeti kadardır
Hutbe-i Şamiye’de ifade edilen hastalıklardan altıncısı: “Menfaat-i şahsiyesine himmeti hasretmek” olarak geçmektedir.
Bu, bireysel, toplumsal ve hatta âlem-i İslâm açısından da ciddî bir hastalıktır.
O zaman himmeti yüksek tutmak ve İslâmiyet milliyeti olarak hedefleri yükseltmek ehl-i himmetin bir şe’ni olsa gerektir.
Dâvâsı büyük olanın, amacı da büyük olacaktır.
Şimdi, 50’li yaşlarda, iki dil öğrenmeye kalkan himmeti büyük kahraman hanımefendinin derdini daha iyi anlıyorum.
Himmeti büyük olanın gayreti de, ganimeti de büyük olacaktır.
Evet, insan, himmeti kadardır.
06.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|