Anayasa Mahkemesinin AKP hakkındaki kararı belli olduktan sonra Cumhurbaşkanı Gül, kararın ardından açılan yeni dönemde demokratikleşme reformlarına ağırlık verilmesi ve demokraside ne eksiğimiz varsa tamamlanması gerektiğini söylemişti.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan da “AB için artık düğmeye basıyoruz. ‘Duralım’ deme lüksümüz yok. Demokrasimizi AB standartlarına yükseltinceye kadar uğraşmamız gerekiyor” demişti.
Bu beyanın üzerinden iki hafta geçmemişti ki, Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, 3. AB Ulusal Programı taslağının Bakanlar Kurulunda gündeme geldiğini ve dört yıl içinde yapılacak reformların bu programda yer alacağını açıkladı.
Böylece, hükümetin neredeyse dört yıldır ara verdiği reformları tekrar hızlandıracağı izlenimi doğdu. Özellikle kapatma dâvâsının ve çıkan ihtar kararının doğurduğu ağır havayı dağıtıp ülkenin önünü açmanın başka yolu da yoktu.
18 Ağustos’taki Bakanlar Kurulu toplantısını takiben yapılan açıklamadan sonra beklenen, 3. program taslağının sür’atle işleme konulmasıydı.
Başmüzakereciliği de uhdesinde tutmaya devam eden Dışişleri Bakanının parti liderlerini tek tek ziyaret edip taslağı sunması ve eşzamanlı olarak taslak metninin ilgili kurumlarla sivil toplum kuruluşlarına gönderilmesi gerekiyordu.
Çiçek’in açıklamaları bu yöndeydi.
Ama akabinde öyle bir hareketlilik gözlenemedi. Bakanın parti liderleriyle randevuları günler sonrasına kaldı. “Hem bakanlık, hem başmüzakerecilik aynı anda götürülemiyor; müzakereleri yürütme işi başka birine devredilsin” görüşüne hak verdiren bir gecikme yaşandı.
Bakalım, kapatma dâvâsı sürecinde gündeme gelen ve hâlâ beklenen kabine revizyonu yapılırsa, bu talebin gereği de yerine getirilecek mi?
Bu arada, 18 Ağustos’taki Bakanlar Kurulu toplantısının ilginç ve düşündürücü ayrıntıları da sızmaya başladı. Buna göre, 3. ulusal programda yıl sonuna kadar sonuçlandırılması öngörülen düzenlemelerle ilgili takvime en başta Başbakan itiraz etmiş ve Babacan’ı “fırçalamış.”
Takvimdeki maddelerin bir kısmı için “Bunlar bizim programımızda yok. Bu kadar kısa sürede çıkarılmaları da mümkün değil” demiş.
Diğer bazı bakanlar da Başbakanın bu tavrından cesaret aldıkları için olmalı, kendi alanlarına giren konularla ilgili benzer itirazlarda bulunup “Yıl sonuna kadar yetiştiremeyiz” demişler.
Eğer bu haberler doğruysa, AKP hükümetinin bunca olup bitene rağmen AB sürecinin önem ve ciddiyetini ya kavrayamadığı, ya da bilerek ve isteyerek ipe un sermekteki ısrarını koruyup devam ettirdiği sonucuna varmak yanlış olmaz.
Anlaşılan o ki, Dışişleri Bakanı işinin yoğunluğu sebebiyle gereğini yerine getiremese de, durumun ciddiyetinin farkında; ama Başbakan başta olmak üzere, bir kısım kabine arkadaşları hiç o havada değiller ve “eski tas eski hamam” rehavetini terk etmemekte kararlı görünüyorlar.
Başbakanın geçen hafta sonundaki ulusa sesleniş konuşmasında AB katılım sürecini “önümüzdeki dönemde dikkatlerimizi yoğunlaştırmamız gereken konulardan biri” olarak nitelerkenki eda ve tavrı da bu isteksizliğin tezahürü.
Eğer bu konuda ciddî ve kararlı bir duruşun sahibi olsaydı, AB süreci için “dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken en önemli konu” demesi ve ona göre davranması gerekmez miydi?
İçeride ve dışarıda eşzamanlı olarak ilgilenilmesi gereken başka önemli konular da olabilir.
Nitekim var. İçeride sosyal ve ekonomik konular, dışarıda da özellikle Kafkasya ve Ortadoğu’daki gelişmeler sürekli ve dikkatli bir takip gerektiriyor. Ama bunların hiçbiri, AB reformlarında dört senedir gözlenen ihmalin bundan sonra da sürdürülmesi için bahane oluşturamaz.
Tam tersine, AB sürecine ne kadar sıkı şekilde sahip çıkılırsa, diğer alanlardaki çetrefilli ve zorlu sorunların çözümü de o derece kolaylaşır.
06.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|