"Gerçekten" haber verir 08 Eylül 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Röportaj

H. HÜSEYİN KEMAL

Kemalist beyin yıkama, aydınlarımızın canına okudu

Yeni Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Ergenekon sanıklarını Kocaeli Garnizon Komutanına ziyaret ettirmesinden sonra epey bir gürültü koptu. Bu gürültünün asıl nedeni yeniden ağırlaştırılmış bir askerî baskı altına girip girmeyeceğimizdi. Biz de yeniden böyle bir baskı rejimine girip giremeyeceğimizi Hukuk Felsefesi hocası Prof. Dr. Niyazi Öktem’e sorduk. Öncelikle Türkiye’deki hukuk felsefesini ele aldık, sonra günlük tartışmalara değindik. Öktem Hoca, “Avrupa’da böyle bir ziyaret gerçekleştirilseydi Genelkurmay Başkanı görevden alınırdı” tesbitinde bulunurken, diğer taraftan bu çıkışların yumuşama öncesi son çıkışlar olduğunu iddia etti....

*Bir hukuk felsefecisi olarak bize Türkiye’de varolan hukuk algısını tanımlar mısınız?

Hukuk felsefesi, hukuk düzeni kurulurken meşrûiyet temeli oluşturacak ana ilkelerle bağ kurma operasyonudur. Türkiye’deki mantık “Ben yaptım oldu” mantığıdır. Oysa hukukun insandaki adalet düşüncesini tatmin etmesi gerekir. Bunun için de sosyal realiteden, tarihin verilerinden hareket etmesi gerekir. Yani gelişi güzel karakuşî hukuk düzeni kurulamaz. Anayasa Mahkemesinin aldığı 367 kararı, başörtüsüyle ilgili 411 milletvekilinin kabul ettiği kanunu iptal etmesi gibi kararlar bırakın adalet duygusunu, varolan hukuku çiğnemiştir. Bizim aydınımız da bu kararlar karşısında “Şeriatın kestiği parmak acımaz” demiştir. Bence Türkiye’deki sorun aydın geçinenlerde. Bizim aydınımız felsefe bilmez, sosyoloji bilmez, inanç boyutunun toplumsal önemini idrak edemezler. Bu aydın önyargılı bir aydın. Onlara göre İslâm dini “Tu kaka” buna mukabil Hıristiyanlık çok iyi.

*‘Ben Müslümanım’ diyen çoğu aydın nasıl olur da ‘Hıristiyanlık çok iyi’ der?

Bizim cahil aydınımız şöyle diyor “Hıristiyanlığın dünyevî bir talebi olmadığından cumhuriyetle uyuşuyor, ancak Müslümanlığın dünyevî talebi olduğundan uyuşmuyor.” Halbuki bütün dinlerin dünyevî talebi vardır. Hz. İsa geldiğinde, “Yahudi şeriatına uyun” dedi. Yahudi şeriatı dünyayı zapt-u rapt altına alan şeriattır. Ne yazık ki, bizim aydınımız hâlâ “Yook Hıristiyanlık bunu istemiyor, Müslümanlık bunu istiyor” demektedir.

*Gerçekten bu kadar cahiller m

Biraz da paranoya var. Bunun yanında aşırı pozitivizm aydınlarımızı sosyal bilimlerden uzaklaştırmıştır. Ayrıca doğa bilimlerinin metoduyla sosyal bilimleri anlamaya çalışmaktadırlar. Ergenekon operasyonuyla gözaltına alınan Kemal Alemdaroğlu, mesleği olan cerrahlığı sosyal bilimlerle karıştırıp toplumu kesip biçmeye kalkarak tedavi edeceğini zannediyor.

*Türkiye’deki hukuk, sosyal realiteden hareket ediyor mu peki?

Aslında bütün anlattıklarımız hukukun sosyal realite yönüyle alâkalı. Türkiye’de Müslüman kesim kendini modern hukuka adapte etti. Dinî akideleriyle Avrupa’nın temel hak ve özgürlüklerinin, Kopenhag kriterlerinin, insan hakları belgesinin ters düşmediğini gördüler. Ancak bizim geri kafalı ve gerici aydınımız “İslâm el kesen, kadına hak tanımayan, kadını köleleştiren bir dindir. Bu Allah kelâmıdır, tartışılmaz” diyorlar. Biraz kafası çalışanlar da “Din irrasyoneldir, safsatadır” diyorlar. Her inanç irrasyoneldir. Zaten irrasyonaliteyle yaşıyoruz. Ona bakarsanız insan karakterine etki ettiği söylenen astroloji de irrasyoneldir. Picasso’nun resimleri de irrasyoneldir.

*Müslümanlar kendi değerleriyle Avrupa hukukunun çatışmadığını söylediğinde de aydınlar tatmin olmuyorlar. Bu nasıl bir ruh halidir?

Bu sefer de aydınımız “Bunlar takiyye yapıyor. Türkiye’yi İran yapacaklar” diyorlar. Türkiye bu zenginlikle, bu ekonomik güçle, dünyaya ağırlığını koyan bir ülke haline gelmişken İran olabilir mi? Bence olamaz. Neymiş efendim, Gül 15 sene önce Ermenistan’la ilgili şunları şunları söylemiş. Bugün değişmişse takdir edin. Siz kemikleşmiş kalmışsınız. 1930’ların faşizan zihniyeti bunların beyinlerine nakşedilmiş. İlkokul çocuklarına hergün ezberletilen “Türk’üm, doğruyum” ezberleriyle bunların beyinleri yıkanmış. Bu faşizmi değiştirmek çok zor. Herhangi bir icraatın karşısında “Atatürk ilkelerine aykırı hareket ediyorsun” demek, “Bir takım dogmaları ihlâl ediyorsun” demek anlamına gelir.

*Herhalde nesil değişimi gerekiyor?

Evet. Benim gibi Fransız düşüncesiyle yetişmiş insanlar arasından, benim gibi düşünenler 20 sene önce olamazdı. Biz sosyolojiyi, felsefeyi okuduk, dünyada tek doğrunun olmadığını öğrendik ve benim gibi düşünenler ortaya çıkmaya başladı.

*Türkiye, İran olmaz, ancak dindarların da devletten bir takım istekleri olduğu gerçek. Bunu hukukun sosyal realiteler bölümüne mi eklemek gerekir?

Türkiye, bugüne kadar “tekke ve zaviyeler kapalı” diyerek gelişen realiteyi görmezden geldi, devekuşu gibi kafasını kuma soktu. Cumhurbaşkanımız tekke kökenli, Başbakanımız dergâhtan, Özal öyleydi, Fevzi Çakmak Nakşiydi. Lazın dediği gibi “Ben seni tanımayrum” da. Sen ister tanı, ister tanıma bu sosyal bir vakıadır. Hukuk sosyolojisi buradadır. Sosyal hayattan örnek verecek olursak; Fransa’da devlet liselerinde devletin müfredatı okutulur. Bunun yanında özel okullar vardır ki, bunların yüzde 85’i tarikatlarındır. Bu okullarda seçmeli ders olarak Hıristiyan dininin öğretileri okutulur. Bu çocuklardan papaz olmak isteyen olursa, tercih ettiği tarikatın manastırına katılıp papaz olurlar.

Papaz olmak istemeyenlerse, hiçbir engellemeye tabi tutulmadan istedikleri mesleklere yönelebilirler. Biz de imam-hatiplerin durumu ortada. Ben Niyazi Öktem olarak, Fransız modelinin Türkiye’de uygulanmasını isterim, ancak konjonktür bunu kaldırmaz. Madem öyle, bunun yerine belli liselerde Fransa’da yapıldığı gibi Müslüman öğretilerin gösterildiği derslere ağırlık verilsin ve bu çocukların önü kesilmesin.

*Peki Türkiye’nin bu eğitim modelini benimsemesinde kurucu iradenin etkisi nasıl olmuştur?

Atatürk rasyonalist çizgide yetişmiştir. Onun dönemi faşizm, komünizm, Hitler, Mussolini, Stalin, Lenin dönemidir ve din bir kenara atılmıştır. Atatürk’ün etkilendiği söylenen Fransız düşünür Jan Jak Russo’nun Toplum Sözleşmesi kitabına baktığınızda, yeni bir din arayışı içinde olduğunu görürsünüz. Russo, dinin toplum için önemli olduğunun farkındadır ve devlete bağlı, devletin organize ettiği, ideoloji din karışımı birşey olsun ister. Atatürk de böyle bir uygulamanın içine girmiştir. Atatürk daha sonra dinin sosyal yaşamda yok edilemeyeceğinin farkına varmıştır, ancak devlette kurucu bir öge olacağını kuşku yok ki düşünmüyor. Buna mukabil Said Nursî dinin devlette kurucu öge olması gerektiğinin farkında.

*Türkiye gerçeği açısından sizce hangisi daha doğru?

Türkiye’de İslâm dininin kurucu bir özelliği var. Türkiye’deki İslâm yorumu son derece ilerici, müsbet, hümanist bir yorum. Bunun tarihî ve sosyal nedenleri var. Türkiye’deki İslâm yorumu başka Müslüman ülkelerinkine benzemez, çünkü Anadolu ırksal ve inançsal olarak bir alaşımın ürünüdür. Anadolu’ya Horasan’dan gelen insanlar bir milyon, Anadolu’da ise dört milyon insan yaşıyor. Horasan erenleri Rumları ve Ermenileri Müslüman yapmıştır. Bizim aydınımız çoğunluğun benimsediği İslâm algısına değil, marjinal kalmış İslâmcılara bakıp “İslâm budur” deyip karalama kampanyası yapıyorlar.

*Türkiye’nin düşünce temellerinden bugüne gelirsek, sizce kurumsal açıdan hukuk düzenimiz nasıl?

Ülkeyi sivil-asker bürokrasinin denetimi altında tutmayı amaçlayan vesayet anayasasıyla yönetiliyoruz. Anayasa Mahkemesi üyelerini, YÖK başkanını ve rektörleri, üst düzey yargı mercilerini siyasal sorumluluğu olmayan cumhurbaşkanı seçiyor. Vesayet sisteminin bir yansıması da cumhurbaşkanını bizden seçersek, bu sistemi devam ettiririz anlayışıdır. Onun içindir ki, 367 kararında, başörtüsü kararında Ahmet Necdet Sezer damgasını vurmuştur. Bu damga ortadan kaldırılmalıdır. Bunun için de Anayasa Mahkemesinin kompozisyonu ve seçim usulü değiştirilmelidir. Cumhurbaşkanının yetkileri kısıtlanmalıdır.

*Başörtüsü kararıyla oluşan, yargının Meclisin yetkisini gasbı, tekrar Meclise nasıl iade edilecektir?

Anayasanın yeniden hazırlanması girişimi canlandırılmalı, gerekirse AKP, CHP’ye ve MHP’ye giderek “Sizin kafanızdaki değişiklik taslağı nedir?” diyerek topu onlara atmalı. Daha sonra da STK’lardan ve akademiden görüşler alınmalıdır.

*Peki ya askerin sistemdeki ağırlığına ne diyeceksiniz?

Biraz yumuşamış gibi görünüyor. Genelkurmay’ın Ergenekon sanıklarını ziyaretini “Biz elemanlarımıza sahip çıkarız. Endişe etmeyin” diye iyimser bir mesaj olarak algılıyorum. Bunun yanında bu ziyaretin asıl mesajının kendini cumhuriyetin bekçileri olarak gören azınlığa yönelik olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar arkalarındaki esas bekçinin kendilerini bırakmasına tahammül edemezler. Ben bu olayları yumuşama öncesi son sertlikler olarak yorumlamak istiyorum. Ordunun siyasetten geri çekilirken, yüzde yirmilik kesimi bu sisteme adapte etmek için yaptığı bir hareket olarak yorumluyorum. Eğer tersiyle yorumlarsak, zaten Türkiye’de vahim şeyler olacak demektir.

*Suçlu oldukları iddia edilen, darbe girişimleri olduğu iddia edilen emekli komutanları ziyaret etmek bu kadar basit algılanabilir mi sizce?

Türkiye’nin gidişatına, siyasetine ağırlığını koymuş bir kurumun birdenbire kışlasına çekilmesi, sosyolojik olarak mümkün değil. Açıkça söyleyeyim, o zaman, Batıda böyle bir hadise gerçekleşseydi Genelkurmay Başkanını görevden alırlardı. Bunu yapabilir misin? Mümkün değil. Bunun için de sabretmek mecburiyetindeyiz.

*”Ergenekonun avukatıyım” diyen Baykal’la, Ergenekoncuların TSK adına ziyaret edildiği bir ülkede sabır zor olsa gerek?

Baykal’ın yaptığı düpe düz faşizmdir. Askerin siyasete müdahalesi faşist, komünist ve teokratik ülkelerde mümkündür. Askerin darbe yapmasını istemek veya “Ergenekoncuların avukatlığını yaparım” demek komünist değilsen, teokratik sistemi savunmuyorsan faşizmdir. Türkiye’nin sorunu, demin de söylediğim gibi, gerici aydın problemidir. Aydın denilen insanlar yumuşamalı ki askerî bürokrasi tabana hitap etmeliyiz psikozundan kurtulsun.

*Bu aydınlar nasıl yumuşar sizce?

Eskiden demokrasiyi Cumhuriyet gazetesi savunuyordu. Çoğulcu demokrasi lâfını biz Mümtaz Soysal’dan öğrendik, aydınlanmanın erdemini de İlhan Selçuk’tan. Ben şu an nasıl düşünüyorsam, bir zamanlar onlar da benim gibi düşünürlerdi. Bu değişimi nasıl geçirdiler, hâlâ anlayamıyorum. Bana “Sen eskiden komünisttin, sosyalisttin, devlet teşebbüsünden yanaydın” diyorlar. Bu doğru, ama ben o zaman da demokrattım, ama ekonomiyi bilmiyordum. Ekonomiyle ilgili düşüncelerim değişti, ama onlar faşist oldular.

*Peki eski arkadaşlarınızla aranız nasıl?

Son bir senedir çoğu arkadaşımla konuşmuyoruz. Beni işbirlikçilikle suçluyorlar. Turhan Ilgaz’la bir gün oturduk konuştuk. Okullardaki “Türk’üm doğruyum andını doğru buluyor musun?” dedim. Bana “Başka ülkelerde de var” dedi. Ancak demokratik ülkelerin hiçbirinde böyle birşey yok. Turhan’la epey konuştuk, bana hakaret etmemek için Ahmet Altan’a, Mehmet Altan’a, Eser Karakaş’a küfrediyor, yani bana küfrediyor (kahkahayla gülüyor). Artık birçok insan Ergenekon iddianamesiyle çoğu şeyin farkına vardılar, ama kabullenemiyorlar. Neye alet olduklarının farkına vardılar.

*Niye bunu kabullenemiyorlar ki?

“Biz bu kadar cahil miyiz? Bu kadar yanıldık mı?” diyorlar. Ne yapayım, ama öylesiniz. Kendilerine sorsanız, “Amerika beyin yıkıyor” diyorlar, ama bizim aydınlarımız Kemalist beyin yıkamaya maruz kalmışlar ve bu beyin yıkamalar canlarına okumuş. İsmini vermek istemiyorum bir arkadaşımla evinde buluştuk bana “Chavezler, Castrolar gelmeli Tayyip’i de Gül’ü de gebertmeli. Ben demokrat falan değilim” dedi. Bu lâfı söyleyince, “Sana saygım var, hiç olmazsa ‘Demokrat değilim diyorsun’” dedim. Bu tartışmaların sonuna yaklaşmak için Ergenekonla ilgili belgeler tartışılamayacak açıklıkta ortaya konulmalıdır.

Said Nursî, 20. yüzyılın tek filozofu

İSTANBUL Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde ders verirken öğrencilere, “İster beğenin, ister beğenmeyin bu topraklarda yetişmiş 20.yüzyılın tek filozufu Bediüzzaman Said Nursî” derdim. Türkiye öyle rezil bir ülke ki, Said Nursî’yi 31 Mart Vak’asının kışkırtıcıları arasında tanıtıyorlar. Bu yüzden, 12 Eylül’de Bakanlık yapmış bir komutanla tartıştık. O da Nursî’yi ayaklanmacılar arasında zikredince, “Söylediğiniz kişi Molla Said” dedim. Türkiye’nin durumu tam bir cehalet.

H. HÜSEYİN KEMAL

08.09.2008

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Röportaj

  (01.09.2008) - Ramazan, kardeşlik sofrasına dönüşmeli

  (29.08.2008) - Gıda israfı, Gıda Bankası ile önlenir

  (25.08.2008) - Atatürk dönemi diktatörlüktür

  (23.08.2008) - Talia Morgül: “Ceylan, evlendiğimiz gün bile risâle yazmakla meşguldü”

  (18.08.2008) - “Mazlûmun inancına bakılmaz”

  (13.08.2008) - Yanlış sulama toprağı öldürüyor

  (11.08.2008) - Millet hizaya gelmez, getirir

  (04.08.2008) - Kemalist söylemden kurtulmalıyız

  (01.08.2008) - Makina yapmak için görmesi yetiyor

  (28.07.2008) - Cübbeli devrim muhafızları var

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün haberler

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır