“Açlık sınırı” diye bir şey vardır, tıpkı “yoksulluk sınırı” olduğu gibi. Her ay her kesim kendine göre çizer bu sınırı. “Misak-ı Millî sınırları” gibi değildir, sınırın yerini değiştiren vatan haini, sınırı pasaportsuz geçen kaçak olmaz.
Eleştiri sınırını aştığınızda hakaretten, aşağılamadan, halkı tahrik etmekten ve saireden cezalandırılırsınız. Oysa ne açlık sınırında, ne yoksulluk sınırında böyle bir şey yoktur.
Birinin sabrının sınırını zorladığınızda da başınıza istemeyeceğiniz şeyler gelebilir. Açlık sınırı buna da benzemez.
Açlık sınırı belki hiç tanımadığınız, belki tanıyıp oralı olduğunu bilmediğiniz, belki oralı bile olmadığınız insanların yaşadığı bir hudut şehridir. Şehrimizde, köyümüzde, mahallemizde ve belki apartmanımızdadır bu şehir. Belki Şu-İş’in Bu-İş’in, Şu-Sen’in Bu-Sen’in araştırmalarında adının geçmesine aldanıp çok uzak sandığımız bu sınırla, bizi komşumuzdan ayıran o ince duvar aynı şeydir.
Herkes için kurabileceğiniz, “Ne yapar, ne yer, ne içer?” sorusuna gizli özne olmayı en fazla hak edenler onlardır.
Öyle çok dikenli teller, öyle kalın duvarlar, öyle sert sınır muhafaza memurları vardır ki önlerinde, en zor geçilesi sınırdır onlarınki.
Bazen tamamen terk etmek değil, sınır ötesinde ne olup bitiyor, oralarda insanlar nasıl yaşıyor diye bakmak bile mümkün değildir.
Hatta komşu şehirlerden, ülkelerden misafirleri bile pek olmaz.
Bazen yoksulluk sınırıyla karşılıklı sınır ihlâli yaparlar, o kadar.
Biz sınır nerede başlar, nerede biter diye tartışırken, onlar açlığı ve yoksulluğu yaşar.
Oysa açlıkla tokluk bir adımla geçilebilecek kadar yakın iki sınır kasabasıdır.
Ama yine aynı açlık ve tokluk dünyanın farklı yarım kürelerinde bulunan iki ülkesidir.
Açlık ve tokluk iftar vaktinin bir dakika öncesi ile sonrası kadar yakındır.
Ama yine aynı açlık ve tokluk aralarında asırlar bulunan iki zaman dilimidir.
Sınırlarının bu kadar tartışmalı olması biraz da bu yüzdendir. Ama bu ara sıra da olsa sınır ihlâli yapmaya engel değildir.
08.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|