Bediüzzaman Hazretlerinin şahsına yapılan vahşiyane en büyük hakaretlerden biri, 1944'te yine Emirdağ'da vuku buldu.
Karakol komutanı İsmail Güneybölük, bermutad evinden hareketle kır gezintisine çıkan Üstad Bediüzzaman'ın yolunu keser ve halkın şaşkın bakışları arasında bağıra çağıra şunları söyler: "Molla Said! Geri dön, evine git. Bu zamanda ne bu kıyafet! Sen bu sarıkla, bu kıyafetle dışarı çıkıp dolaşamazsın."
Ceberrut komutan bunu söylemekle de kalmaz, tam bir zorbalıkla Üstad'ın sarığını başından alıp yırtmaya ve yere atmaya çalışır.
Bediüzzaman, bu haddini bilmeze karşı sarığını muhafaza ve kendini müdafaaya koyulurken, bir yandan da eli tetikte olan genç talebesi Ceylan'a "Ceylan! Çek elini ordan" diyerek, muhtemel büyük ve kanlı bir hadiseyi önlemeye çalışır.
Bu arada, çevrede ahali de toplanmış, kimi üzüntü, kimi de galeyan halinde. Bediüzzaman "Vurun" dese, komutanı öldürecek nice adam öne atılacak. Kaldı ki, Ceylan Çalışkan, zaten vurmaya hazır, tetikte bekliyor.
Üstad Bediüzzaman, derhal anlıyor ki, Menemen Vak'ası gibi bir kumpasla karşı karşıyadır. Kendisi kıra gitmekten vazgeçtiği gibi, yanındakileri de teskin eder ve muhtemel bir fâciayı önler.
Kâbus görüyorlar
Jandarma komutanı, o an için galip gelmiş ve rahatlamış görünüyor. Ancak, gece vakti bir türlü yatamaz. Hanımıyla birlikte, kafalarını yastığa koydukları anda kâbus görmeye başlıyorlar. Onları hafakanlar basıyor. Ne yapsalar, ne etseler uyuyamıyorlar. Uyku tutmayınca, Üstad Bediüzzaman'ı takiple görevli Halil ismindeki onbaşıyı çağırıyorlar, ona "Hocanın yanına git, bizim adımıza özür dile. Söyle, bizi affetsin" diyorlar.
Gecenin ortası saat 00.03 civarında Üstad Bediüzzaman'ın evine gelen onbaşı Halil komutanı adına af diliyor, ricada bulunuyor, özür beyan ediyor, vesaire...
Bediüzzaman ise, elçi onbaşıya şunu söylüyor: "Sen git, o herife şunu söyle: Hoca diyor ki, benim suçum nedir? Niçin benimle uğraşıyor? Kimin adına uğraşıyor? Onun bu yaptığı hem keyfi, hem de gayr–ı kànunî değil midir? Kumandan bunları kendine sorsun ve cevabını arasın. Doğru cevabı bulabilirse, o zaman rahat eder, rahatça yatar."
O tarihte Emirdağ'da karakol komutanlığı yapan bu kişinin, doğru cevabı bulup bulmadığını ve başına gelenlerden gerekli dersi çıkarıp çıkarmadığını bilemiyoruz.
Bu sebeple de, hayatının daha sonraki safhalarını merak ediyoruz. Haliyle takipteyiz.
Tarihin yorumu (8 Eylül 1922)
İstiklâl şehitleri için mevlîd ve duâ
Yunan kuvvetlerinin batı bölgelerimizden temizlenmesi ve Anadolu topraklarının işgal altından kurtarılması, bilhassa İstanbul'da pek büyük zafer şenlikleriyle, büyük camilerde okunan mevlid ve duâlarla kutlandı.
Başta İkdam ve Akşam olmak üzere, o günlerin (2–10 Eylül 1922) gazetelerinde genişçe yer alan haberlerin bir özeti şöyle:
Anadolu'dan peşpeşe gelen zafer haberleri, İstanbul halkı ve aydınları tarafından büyük bir coşku ile karşılanıyor. Halk, namaz vakti camilere koşuyor ve namazdan sonra yapılan "Şehitlere rahmet" ve "Ordu–yu İslâm'a muzafferiyet" duâlarına gözyaşları içinde "Amin! Amin!" diyerek iştirak ediyor.
Hasseten Cuma günü Fatih, Bayezid, Süleymaniye, Sultan Selim, Valide Sultan, Yeni Cami, Sultan Ahmed, Ayasofya, Kılıç Ali Paşa ve Kasımpaşa Büyük Camiine akın eden İstanbullular, namazın akabinde hatipler tarafından tekraren okunan "Orduyu İslâmı daima muzaffer eyle ya Rabbî!" duâsına öylesine bir gür sadâ ile iştirak etmişler ki, o mahallerde bu sesi duymayan kalmamış.
Müslüman ahali, ismi geçen camilere kendiliğinden giderek duâlara iştirak ederken, 8 Eylül günü Ayasofya'da istiklâl şehitleri için okunan Mevlid–i Şerif ise, Matbuat Cemiyeti tarafından organize edildi.
Bu arada, Fatih Camiinde okunan duâlara, bilhassa "Salâten Tüncina" duâsının da dahil edilmesi istenmiş ve duâdan sonra da Hilâl–i Ahmer (Kızılay) için yardım toplanmıştır.
Yardımı teşvik babında, Veliahd Abdülmecid Efendi, bir miktar para ile ilk iştirakçilerden biri olmuştur.
Buradan Ayasofya Camiine de giden Abdülmecid Efendi (aynı zamanda son halife), burada okutturulan Mevlid–i Şerif için Matbuat Cemiyetini tebrik etmiş ve şu konuşmayı yapmıştır:
"Milletimizin Vahdet–i fikriyesine tercüman olan matbuat–ı milliyemizin muhterem cemiyetine beyan–ı teşekkürat ederim. Cenâb–ı Hakk'ın lutf–u sübhanisi ve azimkâr milletimizin sa'y ve gayretiyle ihraz kılınan bu mukaddes zafer uğrunda fedâ–yi can eyleyen gazilerimizin rûh–ı pâkilerine ithaf edilen bu Mevlîd–i Nebevî hürmetine pek yakın bir âtide şeref–i millîmizle mütenasib bir sulhe nail olarak, senelerden beri istiklâl–i millîmiz için yaptığımız bu mücadele–i hakikiyyenin her zaman ön safında bulunan Matbuat Cemiyetini an–samîmü'l–kalb tebrik ederim." (İkdam, 9 Eylül 1922.)
Son nokta: Mahzun Ayasofya'nın 1935'ten sonraki halini bir düşünün.
08.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|