Fâni ve ölümlü dünyada her insanın en büyük arzusu, sonsuza kadar saadet içinde yaşamak olsa gerek. Ne var ki, bu varlık âlemini ve dünyayı yaratıp insanı buraya gönderen Yaratıcının koyduğu kanun, istisnasız herkes için geçerli: “Her canlı ölümü tadacak.” Hiç kimse bu kanunun dışında değil.
Ama süresi herkese göre değişen fâni ömrü bâkileştirebiliriz. Bunun yolunu ise “Ey insanlar! Fâni, kısa, faidesiz ömrünüzü bâki, uzun, faideli, meyvedar yapmak ister misiniz?” diye soran Bediüzzaman’ın cevaplarından takip edelim.
“Her insan gayet şiddetli bir surette uzun bir ömür ister, bekaya âşıktır. Bu fâni ömrü bâki ömre tebdil eden bir çare var ve manen çok uzun bir ömür hükmüne çevirmek mümkündür” diyor Said Nursî ve o çareyi şöyle ifade ediyor:
“Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Lillah, livechillah, lieclillah rızası dairesinde hareket ediniz.” (Lem’alar, s. 38)
Bu mânâlar çerçevesinde sırf Allah rızası için yapılan ibadet ve dualarla idrak edilmiş Kadir Gecesi gibi bir tek gecenin, bin ay, yani seksen üç senelik bir manevî kazanç potansiyelini içinde saklaması, işte bu sırrın tecellîlerinden biri.
Bu çerçevede, Üstadın şu ifadeleri de anlamlı:
“Şu mübarek şehr-i Ramazan (Ramazan ayı), Leyle-i Kadri (Kadir Gecesini) ihata ettiği için, kendisi de ömür içinde bir Leyle-i Kadirdir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gündür; saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bâkidir.” (Barla L. s. 451)
Bu ifadeler üzerinde derin düşünmek lâzım.
Şu bir gerçek ki, eğer şuuruna erebilirsek, dakikası bir güne, saati iki aya, günü birkaç seneye ve tamamı seksen üç senelik ömre denk ve bedel bir mübarek ayın içerisinde bulunuyoruz.
İnsanı Rabbine yaklaştırma vesilesi olan ibadetlerin, sair vakitlere kıyasla çok daha zengin bir çeşitlilikle hayatımızı renklendirmesi, bu aya mahsus orijinal özellik ve güzelliklerden biri.
En başta, en etkili nefis terbiyesi yöntemi olarak kendimize çekidüzen vermemizi, çoğu zaman farkında olmadan aştığımız sınırlara geri dönmemizi, elimizdeki nimetlerin değerini bilmemizi, perhizle beden fonksiyonlarımızın yenilenmesini, bütün âza ve duygularımızın disipline edilmesini, açların halini daha iyi hissetmemizi sağlayan; sahurlarıyla bizi gece ibadetine de hazırlarken, iftarlarıyla nimetlerin şükrünün kâmil mânâda edasına ve aile fertlerini bir araya getirip, modern hayatın zayıflattığı aile-akraba bağlarının kuvvetlenmesine vesile olan oruç...
Beş vakte ilâveten kılınan teravih namazı...
Birikmiş servetlerde fakirlerin hakkı olan ve doğru şekilde, fazlasıyla hesaplanıp isabetli, uygun adreslerine ulaştırılmasıyla toplumda sosyal adaletin teminine ve gelir dağılımındaki farklardan kaynaklanan huzursuzlukların izalesine ciddî katkılarda bulunan zekât ve sadakalar...
Hatimler, mukabeleler, Kur'ân tilâvetleri, tefsir mütâlâaları ve yoğun tefekkür ibadetleri...
Ve bunların dışında, günlük mesai ve çalışma düzenimiz içerisinde yaptığımız diğer rutin işleri de, bu rengârenk ve dopdolu ibadetlerin verdiği manevî enerji ve sinerji ile, ibadet niyetiyle ruhlandırıp canlandırmak. İnsanlarla muhatabiyetimizde, söz konusu ibadetlerin kazandırdığı melekî haslet ve hususiyetlerle davranmak.
Evet, fâni, kısa, faydasız bir ömrü bâki, uzun, faydalı ve semereli kılmanın; gelip geçen dakikaları, saatleri, günleri, haftaları bâkileştirmenin anahtarı, bir kez daha idrak ettiğimiz ve yarısını geride bıraktığımız Ramazan’ın ihtiva ettiği bu müjdeli mânâlarda saklı. Bunları ne kadar özümseyebilir ve hayatımıza hakim kılabilirsek, sonsuz saadetin sırrını o ölçüde yakalayabiliriz.
Onun için her bir dakika, saat, gün ve haftasıyla Ramazan’ı bu mânâlar çerçevesinde en iyi şekilde değerlendirmeye ve Ramazan dışındaki zamanları da Ramazan gibi yaşamaya çalışmamız gerekiyor. Fâni ömrümüzü böyle bâkileştirebilir ve ebedî saadete bu yolla ulaşabiliriz...
14.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|