Aralanmış, biraz açıklık ve yol görünen pencerelerden, kapılardan geçmek, gitmek mahall-i maksuda varmak için acele etmeliyiz. Heyecanla, ümitle, aşkla ve gayretle iman, Kur’ân ve İslâmiyet hizmetinde az-çok, kısa-uzun, zor-kolay demeden koşmalıyız ve coşmalıyız.
Bizi bu yoldan alıkoyacak meşgaleden, işten, aştan ve arkadaştan uzak durmalıyız… Bu mânâda bizi yolumuza sevk eden, çağıran, yardımcı olan ve gayret edenlerle birlikte ve beraber olmalıyız. Yol çetin, yolcular ise yetim-ül yetimdir.
Önemli değil, işin başlangıcında en nurlu el sadece yetim değil, aynı zaman da öksüzdür…Ama Rahman-ı Rahim-i Vedûd onu imanı, ahlâkı ve görevindeki hizmetinden dolayı öyle kucakladı, sardı sarmaladı ki, onu medenî milletlere hoca, kâinata miftah ve bütün beşeriyete üstad eyledi..
Yeter ki halis bir niyet ve özlü, hakkaniyetli bir hareketle biz hizmeti isteyelim, hizmete talip olalım ve hizmet etmeye başlayalım… Ahir zaman devir ve devranı içinde yalnız olmadığımızı bilmeliyiz. Cemaatin aynı maksatla kıraatı, okunması yapılan imanî ve İslâmî, Kur’ânî meselelerin, konuların bir şahs-ı manevî şemsiyesi, havuzu ve bereketi, muhafaza zırhı oluşturduğu unutmamalıyız… Bulunduğumuz konumda devam ederken, hamd, şükür ve teşekkürde bulunma devam etmek gayreti içinde bulunabilmeliyiz…
Yukarıdan aşağıya doğru nazil olan, bizi seven, sevdiğini bildiren Rabbimizin sunduğu fevkalâde kolaylıklar, rahmet ve bereket dolu muhabbeti imanî ve İslâmî, Kur’ânî hizmete nankörlük etmeden, sahip çıkarak devam etmeliyiz ve devamda mütemerridâne kararlı ve ısrarlı olmalıyız.
Siyaset ve dünya cereyanlarına, şahsî ve dünyevî menfaatlere gösterdiğimiz merak ve arzuyu zamanı ve imkânları Kur’ânı anlamak, Risâle-i Nurları okumak, İslâmiyet’e hizmet noktalarından göstermeliyiz ve inat etmeliyiz gayret ve çalışmalarda bulunmalıyız.
Elimizde bir senet ve istikbalde belli bir zaman hedefimiz olmadığı için, şu tarz fikir, düşünce ve sohbetlere devam etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü şu millete, şu ihtiyarlara, şu gençlere, şu ailelere yazık olur, bu kısım insanlara gelecek her türlü afet, belâ ve ceza insaniyet ve İslâmiyet noktasından hepimizi üzer ve vaesefa ki elden, dilden ve gönülden gittikten sonra elden bir şey gelmez…
Ahmak sevda-yı heves olarak kendimizi görmemeliyiz. Cenâb-ı Kahhar-ı Zülcelâlinde sabır ve verdiği mühletleri ahmakcasına denemeye çalışmamalıyız.
Bize düşen, bize ihsan ve ikram edilen halât ve vücudî varlıklara sahip çıkarak Sahib-i Hakikî’ye hem hamd, hem de şükür noktalarından cevap vermektedir.
Demek ki aralık, açık ve arkasına kadar dayanmış bir kapı gördüğümüzde beklemek ve düşünmek iman, Kur’ân ve İslâmiyet hizmeti açısından girmemizi, hizmete ve çalışmaya devam etmemizi gerektiriyor.
Durmak, tembellik yapmak başka işlerle ve onunla bununla uğraşmak eblehliktir...
Vesselâm...
12.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|