MODERN KÖLELER
Günümüzde kölenin tanımı, “fiziksel veya psikolojik şiddet altında çalıştırılan, alınıp satılan, işverenin tamamen kontrolü altında tuttuğu kişi” olarak yapılıyor. Birleşmiş Milletler danışmanı ve “Küresel Ekonomide Yeni Kölelik” isimli kitabın yazarı Kevin Bales, “Bu tanıma göre çağımızda dünyada 27 milyon köle var” diyor.
Uzmanlara göre Batı Afrika’da on binlerce çocuk, ucuz emek talebini doldurmak için ülkeden ülkeye yollanıyor. Uluslararası Çalışma Organizasyonu (ILO) raporlarına göre de, 250 milyon çocuk, okula gitmeleri gereken yaşta çalışmak zorunda kalıyor. Bunların çoğu, fabrikalarda, madenlerde köleliğe yakın şartlarda çalıştırılıyorlar.
Uzmanlar, 18 ve 19. yüzyılların aksine, günümüz köle tacirlerinin güçlü erkekleri değil kadın ve çocukları hedeflediğine dikkat çekiyorlar. Bunun sebebi ise, kolaylıkla boyunduruk altına alınabilecek ve sesi kesilebilecek kişilerin tercih edilmesi. (28 Nisan 2008, ntvmsnbc)
Evet, kölelik insanlık tarihi kadar eski bir problem. Araştırmaların gösterdiği gibi günümüzde daha da acımasız şartlarda devam ede gelmekte.
Gönül böyle bir olayın varlığını istemese de ne yazık ki gerçek!
OSMANLI KADINI:
EFSANE VE GERÇEKLER
Bu konudan bahsetmemizin sebebi geçtiğimiz günlerde ABD’de alınan bir kitap ödülü. Aslı Sancar’ın on yıllık araştırma neticesi İngilizce olarak kaleme aldığı kitap ülkede saygın bir yeri olan Benjamin Franklin ödülünü almış. “Benjamin Franklin ödülü” (Ottoman Women: Myth and Reality) başlığını taşıyan kitap, ecdadın kadınlara verdiği değerden bahsetmekte. O dönemde köle kadınların hukuku ve günlük yaşantılarından kesitler de kitapta yer almakta. Hem de Batılı kadın seyyahların gözlemlerine dayanarak...
Malûm bugün olduğu gibi dün de önyargılı Oryantalistler Müslüman kadını özellikle harem, kölelik, cariyelik, çok eşlilik konularında İslâm dininden kaynaklanan esir gibi görme hastalığından muzdaripler. Sözgelimi Osmanlı sarayında harem hayatını görmeleri mümkün olmadığı halde, adeta 1001 gece masalları gibi hayalî hikâyecikler, fantazi resimler üzerinden Osmanlıyı eleştirenlerin hileleri yine tarihçilerce ortaya çıkarılmış bir gerçek. (Bunlardan sadece bir tanesi, değerli bilim adamımız Prof. Dr. Ahmet Akgündüz’ün bu konuda yazdığı “İslâm Hukukunda Kölelik, Cariyelik Müessesesi ve Osmanlı’da Harem” adlı kitabı!)
Batılı oryantalistin tarihî gerçekleri saptırmasını “husûmet” olarak tanımlayabiliriz, ama aynı mantığı savunan kendi insanlarımızı anlamak gerçekten zor!
Oysaki o dönemde değişik vesilelerle gezgin ya da sefaret görevlisi olarak İmparatorluğa gelen saray kadınlarıyla tanıştırılan, harem hayatını gözlemleyen, şehirde günlük yaşantı içinde kadının hayatını inceleyen bir kısım Batılı kadınların yazdıkları hatıralar gerçeğe ayna tutmakta.
Sözgelimi Avrupalı gezgin Julia Pardoe bunlardan bir tanesi. 1836 yılında yaptığı bir gözlemi şöyle anlatıyor: “Başkalarına hizmet ederek var olmak zorunda kalsaydım, hiç tereddüt etmeden bir Türk ailesinin kölesi olarak yaşamayı seçerdim. Osmanlı insanının kölesi onun evlâtlığı gibidir. Hizmetçiyle efendisini hayranlıkla seyredin, biri hizmet ederken öylesine candan, öylesine samimî, öbürü emir verirken aynı şekilde yumuşak ve tatlı dilli.”
Pardoe’ya göre sözgelimi Kafkasya’daki bütün kızlar ve erkekler, şeref sahibi olmaya, ilerlemeye giden yolun herkese açık olduğu İstanbul’a gitmek için diretirdi. 1856–1857 yılları arasında hediyelerle Kafkasya’ya giden Lady Blunt anne-babaları kızlarını köle olarak satmak için caydırmaya çalışmıştı ama bunların hepsi reddedilmişti.
Ondördüncü yüzyıldan sonraki Osmanlı padişahlarının birçoğu da zaten önceden köle olan kadınların oğullarıydı. Yani o dönemde kölelik dudak bükülen bir statü değildi.
Köleliği inceleyen İngiliz Adolphus Slade bu tabloyu şöyle tanımlıyordu: “İngiliz erkekleri için Hindistan neyse, Doğulu kadınlar için de kölelik oydu; mertebe atlama vesilesi”
EN BÜYÜK SEVAP: AZAD ETMEK
Dinimizde bir köleyi hürriyetine kavuşturmak büyük bir hayır işlemek anlamına geliyor. Osmanlı da İslâm hukukundaki bu hükme titizlikle riayet etmiş ve hükme bağlamış. Osmanlıda hukuken Beyaz kadınlar dokuz sene kölelik etmek zorundayken siyahî kadınlar için bu süre bünyeleri daha soğuk bir iklime uygun olmadığından yedi yıl. Bir kadın kölelikten azad edilince kendisine kanunen geçerli bir belge verilmekte. Kadın ömrünün sonuna kadar eski efendisinin evinde kalmayı isterse, kendisine çok iyi bakılmakta. Bunun yerine evlenmeyi seçerse, evlendiği zaman mücevherleri, çeyizi hazırlanıp, ev de verilmekte. Azad edilmiş köle, hayatının geri kalanı boyunca eski efendisinden emeklilik maaşı almakta.
Bu durumu günümüzdeki sosyal güvenlik kurumunun vazifesi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır sanırız!
KÖKLER VE KÖLE İSAURA
Bunlar bir zamanlar TV ekranlarında izlediğimiz, Batıdaki kölelik kurumu üzerine çevrilmiş diziler. Hepsi de içler acısı sahneleriyle zihnimizde yer etmekte. (Özellikle Kökler dizisindeki Kunta Kinte’nin maceralarını yazar Alex Haley, aile tarihindeki gerçeklerden yola çıkarak hazırlamış.)
Oysaki Osmanlıdaki kölelik Batıdakinden çok farklı. Avrupalı gezginler Osmanlı’da köleliğin Batı’daki gibi zorla ağır işlere koşulma şeklinde olmadığında ittifak etmişler. Hatta Batılı kimi kadın gezginler hatıralarında bir cariyenin yerinin “Batı’daki bir ev hizmetçisininkine tercih edilebilir” olduğunu belirtmekte.
BİRAZCIK İNSAF!
Bu konuda hakikatin en önemli şahidi, doğru söyleyen tarihtir ve tarihçilerin konuyla ilgili kitapları, makaleleridir şüphesiz. Söyleyeceğimiz o ki, bize yakışan tarihi yargılarken hüküm verirken insafla o dönemin şartları içinde olayları değerlendirmektir. Yoksa fil dişi kulelerden ahkâm kesmek değil!
14.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|