Siyaset, ticaret, medya ve yardım kuruluşu aktörleri arasında yer yer sert düellolara dönüşen son tartışmalar, bir kısım sakin vatandaşları dahi—belki de hiç farkında olmadan—tarafgirane bir tutum ve ruh hali içine sürüklemiş görünüyor.
Bu halin, mâsumlara pekçok zararı var. Son derece de sakıncalı bir durum.
Aman dikkat! Zira, taraflardan hiçbiri "sütten çıkmış ak kaşık" değildir. Günahları, veballeri var; hem de çok ağır...
Onlar, elden geldiğince herkesi kendine taraftar yapmaya çalışıyor. Taraftarlık ise, hata ve günahlarına da hissedar olmak demektir. Maazallah...
Bütün gayesi maddiyat ve dünyalık olanlar için söylenecek fazla bir şey yok. Onlar huylarının, mizaçlarının, karakterlerinin gereğini yerine getiriyorlar, kendilerine yakışanı yapıyorlar. Bilinen tıynetleri kolay kolay değişmez.
Üzerinde asıl durulması gereken nokta, dindar görünenlerin din adına siyaset veya ticaret yapmaya kalkışmasıdır. Dahası, bu kesimin holdingleşme, yahut yardımlaşma adı altında yürütmüş oldukları sömürme ve semirme tarzındaki faaliyetleridir.
Zira, saf ve mâsum insanlarımız, en çok bu kesime mensup şahıs ve gruplara inanmakta, dolayısıyla kandırılmaktadır.
Düşünün, geçtiğimiz yıllarda birer birer iflâsı gösterilen finans ve ticarî kuruluşların hemen tamamı din ve dindarlık kisvesi altında yapılmadı mı?
Keza, yüz binlerce mâsumu dolandıran bu yüzsüzler, bütün güç–kuvvet ve prestijlerini ortaya "din adına" çıkan muhakemesiz siyasetçilerden almadılar mı?
Ne yazık ki, holdinglerin iflâsından sonra da sömürme faaliyetleri devam etti. Ancak, bu kez isim ve sûret değiştirerek: Yeni taktik, duygusal isimler altında birtakım yardım dernekleri ve hayır kurumları teşkil etmek ve malı bu sûretle götürmek.
Tabiî, yine "dinci siyasetçiler"in koruması ve kollaması altında...
Buna ilâveten, ayrıca şu yaranma hallerine de defaatle şahit olduk: Açılışlarda ve açış konuşmalarında, öncelikle ve özellikle "Bir dakikalık saygı duruşu"nda bulunma yaranmacılığı.
Ne var ki, bunun da onlara bir faydası olmadı. Zira, ne yaparlarsa yapsınlar, dünya ehline yaranamazlar.
* * *
Bütün bu olup bitenlerin mahiyetini, iç yüzünü anlayabilmek maksadıyla yaptığımız araştırmada, kendimiz için çıkardığımız en tesirli ders, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Emirdağ Hayatı devresinde muhatap olmuş bulunduğu mühim bir suâle vermiş olduğu hakikatli cevaptır. İşte, o suâl ve cevabı içine alan kısa mektup:
"Azîz, sıddîk kardeşlerim. Hem mânevî, hem maddî birkaç cihette sorulan bir suâle mecburiyet tahtında bir cevaptır.
Sual: Neden, ne dahilde, ne hariçte bulunan cereyanlara ve bilhassa siyasetli cemaatlere hiçbir alâka peydâ etmiyorsun ve Risâle–i Nur ve şâkirtlerini mümkün olduğu kadar o cereyanlara temastan menediyorsun? Halbuki...
Elcevap: Bu alâkasızlık ve içtinâbın en ehemmiyetli sebebi, mesleğimizin esâsı olan ihlâs bizi menediyor. Çünkü, bu gaflet zamanında, husûsan tarafgirâne mefkûreler sahibi, herşeyi kendi mesleğine âlet ederek, hattâ dînini ve uhrevî harekâtını da o dünyevî mesleğe bir nevî âlet hükmüne getiriyor. Halbuki, hakaik–ı îmâniye ve hizmet–i Nuriye–i kudsiye, kâinatta hiçbir şeye âlet olamaz; rızâ–i İlâhîden başka bir gayesi olamaz. Halbuki, şimdiki cereyanların tarafgirâne çarpışmaları hengâmında bu sırr–ı ihlâsı muhâfaza etmek, dînini dünyaya âlet etmemek müşkülleşmiş. En iyi çare, cereyanların kuvveti yerine, inâyet ve tevfîk–ı İlâhiyeye dayanmaktır." (Tarihçe–i Hayat, s. 414)
Tarihin yorumu (13 Eylül 1921)
Sakarya'da subaylar savaşı
Birinci ve İkinci İnönü Zaferinden (10 Ocak–1 Nisan 1921) sonra, üçüncü bir zafer daha kazanıldı.
Tarihe Sakarya Meydan Muharebesi olarak geçen bu zafer, İngiliz takviyeli Yunan kuvvetlerinin ileri harekâtını tamamıyla durdurmuş oldu.
13 Eylül 1921 tarihi itibariyle, Sakarya Nehrinin doğru tarafında bir tek Yunan askeri kalmadı. İki tarafın da çok ağır kayıplar verdiği bu savaştan sonra, düşman kuvvetlerinin geri çekilme harekâtı, İzmir'i terk ettikleri 9 Eylül 1922'ye kadar devam etti.
Eskişehir–Kütahya Bozgunu
Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşanın sevk ve idare etmiş olduğu Eskişehir–Kütahya hattı muharebeleri, çok ağır bir yenilgi ve çok büyük bir zayiatla neticelendi.
Bu büyük bozgun hadisesi, İnönü Zaferi ile Sakarya Zaferinin orta devresinde yaşandı: Yunan kuvvetlerinin İnönü'de mağlubiyete uğramasını hazm edemeyen İngiltere, düşman tarafa en gelişmiş modern silâhlarla yardımda bulundu.
Bundan büyük kuvvet ve cesaret alan Yunanlılar, 136 bin kişilik bir orduyla yeniden taarruza geçtiler. Türk cephesinde ise, hem asker (120 bin asker), hem de silâh itibariyle nisbeten daha düşük seviyede bir kuvvet vardı.
10 Temmuz'da başlayan düşman taarruzu, Ağustos ayı sonlarında Polatlı sırtlarına kadar gelip dayandı.
Top seslerinin Ankara'dan duyulması üzerine, Meclis Başkanı M. Kemal, Ankara'nın boşaltılması gereğinden söz etti. Bunun üzerine, resmî evrakların bir kısmı vagonlarla Kayseri'ye taşındı.
Subayların gayreti
Eskişehir–Kütahya Bozgunu, subaylarımızın izzetine dokundu. Bu sebeple, zillet içinde yaşamaktansa ölümü tercih etme noktasına geldiler. Dolayısıyla, yeni başlayacak bir savaşta en ön safta çarpışmak istediler.
İşte, 10 Eylül'de başlayan ve 13 Eylül'de sona eren Sakarya Meydan Savaşının en dikkat çekici yönü, subay kısmının göstermiş olduğu bu kahramancasına feragat ve fedakârlığıdır.
Bu zaman zarfında kaybedilen 26 bin şehidin yüzde 70–80 kadarının rütbeli muvazzaf subaylar olduğu tesbit edildi. İşte, bundan dolayıdır ki, Sakarya Muharebesinin bir ismi de, "Subaylar savaşı" olmuştur.
13.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|