Siyaset Ramazan dinlemiyor. Meclis kapalı ama her defasında bir bahaneyle patlak veren siyasî atışmalar, çok sahneli “oyun içinde oyun” gibi bütün hızıyla devam ediyor. Başbakan’la bir medya grubu patronu arasında başlayan ve giderek alevlenen “polemik” bunun son sahnesi…
Ne var ki bu “atışma” ve “polemik” gürültüsü, ülkenin en çok ihtiyaç duyduğu demokratikleşme, temel hak ve özgürlükler, AB uyum yasalarını akamete uğratıyor.
Bu konuda kulislerde bir yığın senaryo ortaya atılıyor. Ancak en öne çıkanı, Erdoğan’ın bu denli yüksek dozda yüklenmesinin gerisinde ekonominin kriz vaziyetiyle ilgili olduğu belirtiliyor.
Buna göre amaç, ekonomiden sorumlu bakan tarafından da açıkça itiraf edilen “global kriz dalgası”ndan kaçamayan ve özellikle yılın ikinci çeyreğinde yerine sayan ekonominin kırılgan durumunu örtbas etmek. 2002’nin ilk çeyreğinden bu yana en düşük büyümede kalan Türk ekonomisinin ABD’de başlayan ve bütün dünyayı saran global kredi krizinden etkilenmesini kamuoyunun gözünden kaçırmak…
DEMOKRATİKLEŞME,
POLEMİKLERE FEDA EDİLİYOR
Bir diğer iddia, salvoların hedefinin, “Dişli hadisesi”yle başlayan ve “Deniz Feneri”yle kızışan “yolsuzluklar savaşı”nın ucunun siyasî iktidara bulaşmasını daha baştan savmak. Yargı konusu maddî yardımın iktidar partisine aktarılması soruşturmasına mâruz kalınmasıyla yeniden “kapatma davası”na muhatap olunmasının ve bu yüzden “temelli kapatma yaptırımı ile karşı karşıya kalmanın önünü almak…
Başsavcının bu kez Almanya’daki Deniz Feneri Derneğinin topladığı yardım paralarıyla AKP’nin finanse edildiği iddialarını incelemeye aldığı ve bu sebeple partinin anayasanın 69. maddesine göre yeniden kapatma davasıyla karşı karşıya kaldığı söylentileri, bu açıdan dikkate değer…
Bütün bunlar şimdilik spekülasyonun ötesine geçmiyor. Lâkin gerçek olan şu ki tırmandırılan tartışmalar siyaseti germekle kalmıyor; öncelikle AB müktesebatının edinilmesine dair uyum yasalarının düzeltilmesi ve mevzuat değişikli için uzlaşma arayışlarını tıkıyor. Demokratikleşme polemiklere feda ediliyor… Gelinen noktada, hâlâ “yeni anayasa”da ısrar eden ve partiler arası uzlaşma arayışını sürdüren Meclis Başkanı Toptan’ın Meclis’te grubu bulunan partilerden kurmak istediği “uzlaşma komisyonu”na CHP’nin yanısıra AKP’nin de isim vermemesi, iktidar partisinin bunu da savsakladığı intibâını verdiriyor.
Her ne kadar iktidar partisinin Ekim başında açıklanacak Anayasa Mahkemesi’nin “gerekçeli kararı”nı beklediği belirtilse de, özellikle Deniz Feneri davası üzerinde başlayan düellonun “uzlaşma komisyonu”nu zorlaştırdığı ifâde ediliyor. Böylece, Meclis Başkanı’nın peşine düştüğü “yine anayasa” bizzat iktidar ve Anamuhalefet partilerince peşinen kadük hale getirilip bir başka bahara bırakılıyor…
Bilindiği gibi bizzat Başbakan Yardımcısı ve hükûmet sözcüsünün ikrarıyla AKP siyasî iktidarı yeni “sivil anayasa”yı toptan rafa kaldırmıştı.
“3. ULUSAL PROGRAM”DA GÜME GİDİYOR...
AKP iktidarı, altı yıldır verdiği vaadleri yerine getirmek, anayasayı temelde ele almak ve köklü demokratik reformları yapmak yerine, “3. ulusal program”da açıklanan haliyle teknik teferruattan ibaret mevzuat değişikliklerini açıklamıştı.
Önümüzdeki altı yıla uzanan orta ve uzun vadedeki mevzuat düzenlemelerini kapsayan değişikliklerle iktifa edilmişti. Bunun anlamı yine kısmî iyileştirmelerle, yamalı mevzuat düzenlemeleriyle, yetersiz değişikliklerle kalınmasıydı. Beklenti içindeki kamuoyunun, detay mevzuat değişiklikleriyle oyalamasaydı...
Ne garip ki siyasî iktidar bunda da kararlı görünmüyor. AKP’nin bu hususta Dışişleri Bakanı Babacan’ı kabul etmeyen anamuhalefet partisi ile görüşmekten vazgeçtiği haberleri çıkması, bu bakımdan düşündürücü.
Belli ki iktidar partisi ve hükûmet, büyük bir iddia ile kamuoyunun tartışmasına sunduğu “3. ulusal program”ı da ciddiye almıyor; olayların seyrine bırakıyor. “Program”ın hâlen Bakanlar Kurulu’ndan geçmemesi bunun göstergesi.
Neticede bizzat Başbakan’ın tırmanmasına katkıda bulunduğu gerginliklerin ortasında partilerin kapatılmasını zorlaştıran ve demokratikleşme alanını kısmen de olsa genişletecek olan “3. ulusal programı” taslağı da tıpkı “yeni anayasa” gibi güme gidiyor.
Müzâkere sürecinde siyasetin demokratikleşmesi, yargı reformu ve özgürlüklerde yetersiz de AB standartlarına ulaştıracak düzeltmelerden cayıp, bunun yerine siyasî polemik ve tartışmalarda odaklanması, Türkiye’ye kaybettiriyor…
Peki neden; yazık değil mi?
13.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|