İSTENİLEN mânâda olmasa da ailesinden hiç de küçümsenmeyecek bir dinî eğitim almıştı. Aslında onun fıtrî bir yakınlığı vardı dînî bilgilere ve değerlere. Ailesinin ve yaşadığı çevrenin mütedeyyin olması, daha çocuk yaşta iken Hasan’ı oldukça masum ve mükemmel bir hâle getirmişti. O daha çocuk denecek yaşta olmasına rağmen, hâl ve hareketleriyle, söz ve davranışlarıyla olgun ve mükemmel bir insan görünümü sergiliyordu.
Lise çağında olmasına rağmen emsâllerinden farklı bir yaşantı sergileyen Hasan’a herkes farklı bir gözle bakıyor, iltifatlarda bulunuyor, geleceğin bir hizmet erbabı nazarıyla bakıyordu.
Seneler birbirini kovalamış ve artık Hasan liseyi bitirmiş, hayal ettiği yüksek okulu kazanmış ve artık büyük şehirde yaşamaya başlamıştı. Hiç de alışık olmadığı bu kalabalık şehirde yaşamak, yabancısı olduğu yeni çevreye ayak uydurmak hiç de kolay olmadı. Oldukça mazbut ve mütedeyyin bir çevreden gelip, böylesi kozmopolit bir ortama uyum sağlamak, tâbir yerindeyse bu sosyete insanlarla beraber yaşamak, elbette kolay değildi.
Daha da önemlisi, Hasan’ın mânevî hayatını tehdit eden, inancını, itikadını tehlikeye sokan ve her türlü menfiliklerin kol gezdiği bu büyük şehirde yaşamak için Hasan mutlaka bir çare bulmalıydı. Bu düşüncelerle bir çarenin, bir arayışın içine girdi.
Okulda tanıştığı, ilk günden yakın ilgi ve alâkasını gördüğü Ali de, Hasan’daki bu şaşkınlığı, bu tedirginliği görmüş olmalı ki, ona daha samimî, daha sıcak davranmaya başladı. Ve samimî dostluğun pekişmesini düşünerek Ali, birgün Hasan’ı, bazı öğrencilerle beraber kaldığı eve davet etti.
Dâveti memnuniyetle kabul eden Hasan, eve gittiğinde orada kalan öğrencilerin çok sıcak ilgileriyle karşılaşınca, bir anda kendisini evinde, anne-babasının, kardeşlerinin yanında hissetti.
Hasan, bu evde kalan Ali’nin arkadaşlarıyla da tanıştı. Onlar da Ali gibi candan, sıcak ve samimî gençlerdi. Böyle olunca Hasan hemencecik onlara ısınıverdi.
Burası bir öğrenci evi olmanın ötesinde, sanki bir eğitim, bir ilim mekânı görünümünde idi. Bir ibadet mekânı, bir kütüphane, bir tedris mekânı gibiydi bu gençlerin evi. Buranın tertibi, düzeni ve temizliği de Hasan’ın dikkatini çekmişti. Hepsinden önemlisi, buradaki gençlerin hâl ve hareketleri, söz ve davranışları da çok dikkatini çekmişti. Bu gençlerin hepsi de, Hasan’ın çevresinde veya okulda karşılaştığı gençlerden çok farklıydı. Düzenli kıyafetleri, kibar ve nazik davranışları, içten ve samimî yaklaşımları, güleryüzlü ve tevazulu duruşları, Hasan’ı en çok celb ve cezbeden hallerdi.
Evde bu gençlerin hemen hemen hiç boş zamanları yok gibiydi. Bazen yalnız olarak ya Kur’ân, ya Cevşen veya kırmızı kaplı kitapları sessizce okuyorlar; bazen de birisi, bu kitaplardan bir konuyu okuyor, diğerleri dinliyor, zaman zaman da soru-cevap şeklinde bu gibi derslerin müzakeresi yapılıyordu. Ayrıca bu gençlerin beraberce yemek yemeleri, çay içmeleri, cemaatle namaz kılmaları ve tesbihat yapmaları da Hasan’ın çokça hoşuna gitmişti.
Gençlerin kaldığı bu mekânın cezb ve celbedici hâli sebebiyle, Hasan bir türlü oradan ayrılmak istemiyordu. Bunun farkında olan Ali, Hasan’a: “Sakıncası yoksa, bu gece de misafirimiz ol istersen” dedi. Bu sıcak teklifi, Hasan memnuniyetle kabul etti.
Yemekler yendi... Akşamın ilerleyen saatlerinden sonra buraya gruplar halinde her yaştan epeyce kalabalık insan geldi. Gündüz okunan kitaplardan dersler yapıldı. Hasan bir taraftan, okunan dersi dinlerken, göz ucuyla da gelen insanlara dikkat ediyor, hâl ve duruşuyla hayret ve takdirlerini belli ediyordu. Ve gelen misafirler, gecenin geç vakitlerinde dağıldıktan sonra Hasan, ev sahibi gençlere gelen bu insanlara hayran kaldığını, yapılan ders ve sohbeti de çok beğendiğini ifade ettikten sonra eğer izin verirlerse kendisinin de burada kalmak istediğini söyledi. Hasan’ın bu teklifine karşılık gençler hiç duraklamadan, hep bir ağızdan; “Hay hay, seni de devamlı aramızda görmekten şeref duyarız” dediler.
14.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|