SON kavga, öncelikle Aydın Doğan’ı ciddî şekilde sıkıntıya sokmuş gibi görünüyor. Borsa yükselirken Doğan hisselerinin bir günde yüzde 10’dan fazla değer kaybetmesi, bu sıkıntının maddî bilânçosundaki ilk sinyallerden biri.
Yeni kazanç hesaplarıyla girişilen Hilton projesiyle CNN Türk’ün karasal yayın izni konularında yaşanan tıkanmalar da cabası. İşin enteresan tarafı, bu durumun, “Doğan Holding kârını altı ayda yüzde 158 arttırdı” haberinin üzerinden on gün bile geçmeden ortaya çıkmış olması.
Buna ilâveten, kamuoyunda “Doğan efsanesi”nin ilk kez böylesine ciddî şekilde yara alıp sarsılması ve karizmanın fena halde çizilmesi.
Bu ağır hasarın tamiri hiç kolay bir iş değil.
Görünen o ki, kendisini 4. kuvvet medyanın tekel konumundaki “imparator”u olarak gören Doğan, dizgin tanımayan hırsının ve özellikle de sahibi olduğu medya organlarındaki yayınlarla yıllardır millete ve demokrasiye verdiği çok büyük zararların bedelini galiba ödemeye başlıyor.
Gerçi bu kavga da, öncekiler gibi, perde gerisinde yürüyecek pazarlıklarla bir şekilde uzlaşmayla ve tarafların savaş baltalarını yine toprağa gömmesiyle sonuçlanabilir. Ancak izi kalır.
Olayın Doğan cephesi böyle. Ama Erdoğan ve AKP cenahı da parlak değil. Bugün itibarıyla Erdoğan’ın birbirini izleyen salvolarla üstünlüğü ele geçirdiği gibi bir görüntü oluşsa veya öyle bir izlenim verilmeye çalışılsa da, kavganın bütünü AKP için de hayli yıpratıcı sonuçlar getiriyor.
Bir defa, Erdoğan’ın, Başbakan olduktan sonra Kelkit’te, bugün hedefe koyduğu Doğan’a ait tesisin açılışında onunla verdiği samimî görüntüler ve Star TV’nin AKP döneminde Uzanlar’dan alınıp Doğan’a teslim edildiği unutulmuş değil.
İkincisi, gerek Erdoğan’ın, gerekse Doğan’ın beyanları, ihale düzeninin hâlâ çok büyük ölçüde Başbakanın iki dudağı arasından çıkan söze göre işlediğini ve bu sözün de bilhassa uluslararası nitelikteki projelerde yabancı aktörlerin tavrına göre şekillenebildiğini ortaya koyuyor.
Doğan’ın “2.5 milyar dolarım var. Ceyhan’da rafineri yapmak istiyorum” talebine Başbakandan “Orası için Çalık’a söz verdik, orada Putin ve Berlusconi de işin içinde” şeklinde bir cevap aldığını söylemesi, bunun dikkat çekici örneği.
Bir medya patronunun, alanı dışındaki sektörlerde milyar dolarlık projeler peşinde koşması ne kadar tuhafsa, böyle devâsâ projelerin kime verileceğinin Başbakan kararıyla tayin edilmesi de o derece garip ve son derece düşündürücü.
Hele Ceyhan rafinerisi için kendisine söz verildiği öne sürülen kişinin, kısa süre önce çok tartışmalı bir kredilendirme ve ihale ile Sabah-atv grubunu alan işadamı olduğu düşünülürse...
Tartışmanın hatırlatıp gündeme getirdiği bir diğer nokta, bazı medya patronlarının ve derin mahfillerin engellemesi sonucu yıllardır yaptırılmayan radyo-TV frekans ihalelerinin, AKP döneminde de bugüne kadar ertelenmiş olması.
Yaşanan tartışma ve kavgalar, bu durumun yol açtığı haksız ve adaletsiz sonuçların da eseri.
Millî Gazete çizgisinde yayın yapan TV-5’in, kanal kadrosunca AKP’ye izafe edilen baskı ve ambargoların da etkisiyle zora girip Doğan tarafından satın alınması, en taze örneklerden biri.
Gerçek şu ki, Türkiye’de başından beri çok sağlıksız bir medya yapılanması var. Bunun bir numaralı sebebi, cumhuriyet adı altında ülkeye musallat olan tek parti rejiminin ilk yıllarından itibaren “devlete bağlı” bir medyanın oluşturulması ve bu durumun çok partili sisteme geçildikten sonra da temelde değişmeyip sürmesi.
Resmî ideolojiyle temelde bir ihtilâfı bulunmayan AKP’nin, iktidara geldikten beri ağırlık verdiği “kendisine bağlı bir medya oluşturma” çabaları ise, bu tabloyu düzeltmiyor, tam tersine daha da sıkıntılı ve problemli hale getiriyor.
Son kavgayı başlatan yolsuzluk iddialarının bu yapılanmayla bağlantısı ise ap ayrı bir bahis.
Görünen o ki, bu hamur daha çok su götürür.
10.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|