Komple komplo üstadlarından veya tuluatçılarından olan Erol Mütercimler, Ergenekon dâvâsından dolayı gözaltına alınıp salıverilmesinin akabinde bir tv kanalında konuşmuş ve ezcümle şunları söylemişti: “Mustafa Kemal yasamayı gökten aldı, yere indirdi...” Besbelli ki, Yalçın Küçük gibi bu tuluatçımız da hâlâ kendisini 19’uncu yüzyıl pozitivizminin etkisinden kurtaramamış. Cemal Kutay da bunlar emsali tarihçi tuluatçılarımızdan birisiydi. Bunların marifetleri ve sanatları, şapkadan tavşan çıkarma istidatlarıdır.
Adlî yılın açılış konuşmalarında da Erol Mütercimler’in konuşmasını hatırlatan nutuklar irad edilmiş. Yeni Asya gazetesi bu konuşmaları ‘tuhaf mesajlar’ başlığıyla manşetine taşıdı. Haber kısaca şöyle: “Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker, 2008-2009 Adlî Yılının başlaması dolayısıyla Yargıtay’da düzenlenen törende yaptığı konuşmasına, Ramazan ayının bütün insanlığa barış, sevgi ve kardeşlik getirmesini dileyerek başladı. Gerçeker, laik bir devlette dinin kişilerin özel hayatı kapsamında vicdanî bir inanç konusu olduğunu ifade ederek, dinsel kuralların devlet ve kamusal kurumların çalışmalarına dayanak oluşturamayacağını söyledi. “Devlet tüm dinî inançlar karşısında tarafsızdır” diyen Gerçeker, laiklik ile din ve vicdan hürriyeti kavramlarının bu noktada kesiştiğini kaydetti. Seküler bir toplumda Tanrı’dan nakledildiği öne sürülen ve bu sebeple mutlak gerçek olarak kabul edilen kurallar yerine akla dayalı ilkelerin geçerli olduğunu savunan Gerçeker, bu bakımdan “laik” ve “seküler” kavramları arasında yakın ilişki bulunduğunu söyledi...”
***
Burada dikkat çeken husus kullanmış olduğu şu ifadelerdir: “Tanrı’dan nakledildiği öne sürülen ve bu nedenle mutlak gerçek olarak kabul edilen kurallar...” Derinden baktığınızda dinî buyruklar yerine bu ifadeyi mutlaklaştırdığımızda karşımıza bütün bütün semavî mesajların reddi çıkmaktadır. Zira red gerekçesi olarak ‘vakti geçmiş’ falan denmiyor. ‘Tanrı’dan nakledildiği öne sürülen’ ifadesi kullanıyor. Bu ise sadece İslâmiyetin reddi değil aynı zamanda sabık bütün mesajların reddi mahiyetindedir, en azından bunu hatıra getirmektedir. Bu anlamda Mesut Yılmaz’a atfedilen İslâmiyetin sertliğine dair ifadelerden daha ağır bir ifade biçimidir.
Burada akla gelen sorulardan birisi şudur: Madem dinî kurallar ve vahiy semadan indi öyleyse akıl yerden mi bitti? Dolayısıyla burada büyük bir çelişki ve iltibas var. Ulema vahyeyn’den yani iki vahiy türünden bahsetmektedir. Bu yerine göre Kur’ân ve onun şerhi ve izahı biçimindeki sünnettir. Bir başka vahiy türü ise fıtrattır ve kâinat ve akıl onun bir parçasıdır. İki vahiy türüne iki okuma biçimi demek de mümkündür. Birinci okuma Cebrail vasıtasıyla gelen vahiydir. İkinci okuma biçimi ise kitab-ı kâinat vasıtasıyla gelen vahy-i ilhamdır. Bu iki vahiy türüne iki okuma diyenler de olmuştur. Bu okumalardan birisi vahiydir.
Kitabullah’ın ikinci okuma biçimi ise İbni Rüşd’e göre felsefesidir. Bediüzzaman ve Alvani gibilerine göre ise aklın ve deneyin ve ilhamın ve vahyin bir ürünü olan fennî veya müspet ilimler ki; buna fıtrat da diyoruz. Bu ikinci okuma biçimini teşkil etmektedirler. Beşer olarak bizim görevimiz iki kitabı da birbirine mukabele etmek suretiyle okumaktır. Okumalar arasında düet yapmaktır. İki kitabı birden ve nasiyesinden ve cephesinden okumak gerekir. İki okuma birbirini tamamlar. Burada akıl çözme ve analiz yeteneğidir. Çözücüdür. Yani akıl iki okumanın ortak araçlarından birisidir.
***
Vahiy veri temin eder akıl da onu çözer ve işler. Birbirlerini tamamlarlar. Dolayısıyla akıl da Allah’ın âyetlerinden birisidir. Kimi tasniflere göre iç vahiydir. Cebrail vasıtasıyla peygamberlere gelen mesaj dış vahiy olarak kabul görünce aklı da içinde barındıran insandaki derunî melekeler de bir iç vahiy olarak telakki edilir. Bundan dolayı semavî vahyî reddetmek onun mülkünden veya vahyinden kurtulmayı garanti etmiyor. Sadece kulaklarınızı ve gönlünüzü tıkamış oluyorsunuz. Vahyin otoritesinden çıkmak için Allah’ın mülkünden de çıkmak gerekir. Sufiler onun için ‘Allah’a isyan eden onun mülkünden çıksın’ demişlerdir. İnkâr bu vadide sadece kısa bir rahatlamadır. O da ‘ene’nin kısa devre bir rahatlamasıdır. Esasında inkârda bir rahatlama yoktur kısa bir uyuşturma vardır. Kısaca, birinci vahiy biçimi Allah katından olduğu gibi ikincisi de Allah katındandır. Birincisi ikincisine sağlama olarak gönderilmiştir. Kâinat bir bütündür vahiy çeşitleri de onun parçalarıdır.
10.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|