“Akleden kalp”1, Kur’ân’ın tâbiridir. Öyle ise, Risâle-i Nur’a aklını karıştırmamak ve “kalbe ihtar edilen hakikat” ne demektir? Kalbe ihtar edilen ile, Kur’ân’ın “akleden kalp!” tabiri arasında bir çelişki yok mu?
Aslında akıl, anlama, ölçme-değerlendirme âletidir, yoksa, karar verme mekanizması değil. Dolayısıyla akıl da kalbin emrinde olmalıdır. Zira, kalp, duyguların kumandanıdır.
Zaten bilim; kalp ile beyin arasındaki çift yönlü muhabere ağını oluşturan, yani beyinden bağımsız, kendine has, kompleks ve esrarlı 40 bini aşkın, adına “kalpteki beyin” denen bir sinir sistemi bulunduğunu ve beyinle dört kanal üzerinden iletişim kurduğunu tespit etmiştir. İşte Kur’ân, bunu “akleden kalp” şeklinde tanımlanıyor olsa gerek.
Bediüzzaman, “kalbe ihtar edilen bir hakikat” derken, aklı iptal etmiyor; bilâkis aklı en yüksek seviyede ve en emniyetli bir şekilde kullanma melekesi kazandırıyor. Onu, “akleden kalbin” emrine veriyor, hakikî mecrâına oturtuyor.
Aslında, akıl, mantık ve gözleme dayalı matematik, fizik gibi fen ilimlerinin de kendilerine has ön kabulleri, formülleri var. Fen veya sosyal ilimler bunlardan hareketle akıl yürütülerek, muhakeme edilerek geliştirilir. Teâbüdî (ibadete ait) meselelerin de şekil ve prensipleri tartışılmaz, akıl yürüterek bir ilâve veya eksiltme yapılamaz. Ancak, bunların hikmetleri, özellikleri, güzellikleri akıl yürüterek anlaşılabilir, müzakere, mütalâa edilebilir. Böylece yeni bakış ve yaklaşım açıları kazanılır.
Trafik kuralları belirlenmiştir. Siz onları anlamaya ve uygulamaya çalışırsınız. “Ben de akıl sahibiyim!” deyip yeni kurallar koyarsanız, trafiği karıştırırsınız.
Risâle-i Nur’un meseleleri, hizmet stratejisi, ictimai-siyasî meslek ve meşrebi de böyledir; “ihtar edilen” hakikatler manzumesindendirler. Ve bunlar tartışılmaz temel prensipleri, ana kaideleri oluştururlar.
“Aklını karıştırma!” gibi ifadeler; uzman bir doktor gibi Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu reçetenin (temel meselelerin, prensiplerin, metotların) kritik edilemeden aynen uygulanması gerektiğini vurgulamak içindir. Yani, artık metre, kilo, litre ve benzeri ölçme ve değerlendirme birimleri gibi standartlaşmış hususlardır. Ölçme-değerlendirme birimleri üzerinde akıl yürütmediğimiz gibi, standartlaşmış iman, Kur’ân hakikatleri üzerinde de yürütülemez.
Zaten aklı en yüksek seviyede kullanan Bediüzzaman, Risâle-i Nur’lar için; “Bu Kur’ân dersleri dairesi içinde olanlar, allâme ve müçtehidler de olsalar, vazifeleri—ulûm-u îmâniye cihetinde—yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve îzahlarıdır veya tanzimleridir. Eğer biri dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir his ile, şerh ve îzah hâricinde birşey yazsa, soğuk bir muâraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risâle-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhatıdır”2 ifadelerini kullanır. Elbette “izah, şerh/yorum ve tanzim” en yüksek seviyede akıl yürütme ve muhakemeyi gerektirir. Birkaç gündür, “aklı karıştırmama!” meselesi ile ilgili asıl maksadımız muğlak kalmış olabilir. Şöyle özetleyelim: Aklın ve naklin ve ilhamın eseri olan Risâle-i Nur’u anlamak için muhakeme etmek, tefekkür etmek, meseleler arası akıl yürüterek sentez yapmak vazifemizdir.
“Aklını karıştırma, Üstad da karıştırmamış” derken, “Bunlar aynı zamanda ilhamın da eseridir. Sen, kendi aklına göre hizmet stratejileri, siyasî-ictimai sistemler, yeni yollar, çığırlar açamazsın” demek istiyoruz!
Dipnotlar:
1- Kur’ân, Hac, 46.; 2- Mektûbât, s. 413.
10.09.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|