Bediüzzaman’ın, Türkleri İslâma imana hizmetinden dolayı kardeşinden, babasından daha çok seven bir talebesi, bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksülâmel ile Kürtçülük damarıyla başka bir mesleğe girmiş. Daha sonra Bediüzzaman’a “Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürdü salih bir Türke tercih ediyorum” 1 der. Zaten 26. Mektub’da, Desise-i Şeytaniye ve muhtelif risâlelerde ırkçılığın Risâle-i Nur’a zıt bir meslek olduğunu teferruâtlı olarak anlatır.
Zıt mesleğe bir diğer çarpıcı misâl de siyaset âleminden: “Eşref Edip kırk seneden beri iman hizmetinde benim arkadaşım ve Sebilürreşad’da makale yazan ve şimdi vefat eden çok kıymetli kardeşlerimin mümessili ve hakikî İslâmiyet mücahidlerinden bir kardeşimdir. Ve Nurun bir hâmisidir. Ben vefat etsem de, Eşref Edip Nurcular içinde bulunmasıyla büyük bir teselli buluyorum. Fakat Nur Risâlelerinin ve Nurcuların siyasetle alâkaları yok. Ve Risâle-i Nur, rıza-i İlâhîden başka hiçbir şeye âlet edilmediğinden, mümkün olduğu kadar Risâle-i Nur’un mensupları, ictimaî ve siyasî cereyanlara karışmak istemiyorlar. Yalnız Sebilürreşad, Doğu gibi mücahidler iman hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz—fakat siyaset noktasında değil. Çünkü iman dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz.” 2
Diğer taraftan hizmetlerin sevk ve idaresinin, meşveret esası ile değil, tarikat sistemi, şeyh-mürid veya hoca-talebe hiyerarşisine göre yapılanması; iman hizmetini değil, siyasî çalışmaları birinci plana almak zıt bir meslektir. Bu hususları Risâle-i Nur’a göre açıklarken, daha net ve detaylı olarak görmek mümkün olacak.
Burada başkalarını sorgulamaktan ziyade, Risâle-i Nur’un meslek ve meşrebini nazara vermek durumundayız. İnsaflı tenkidin, hakikati parlattığını da unutmuyoruz. Bununla birlikte, eleştiriden ziyade, eksiklerimizi tamamlama, hizmetlerimize yardımcı olma durumundayız. “Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker”, yani “doğruyu, iyiyi, güzeli emretmek; çirkinden, yanlıştan nehyetmek” ve mihenge vurmakla da vazifeli olduğumuzu hatırdan uzak tutamayız.
Bediüzzaman’dan “Nurun sadık kahramanı, kumandanı” ünvanını alan Zübeyir Gündüzalp, derslere gelenlerin dairede tutulmaya çalışılmasını ister ve şöyle derdi:
“İmanı kazanmak kolay, muhafaza etmek zordur. Her Risâle okuyan Nur talebesi olmaz. Nur talebesi, ihlâs, uhuvvet, sadakat, tesanüd, metanet ve sebat düsturlarını taşımalıdır.”3 Buradan da hareketle şöyle bir hükme varmak mümkün:
Kimileri Külliyatı baştan sona ezberlese bile; “Risâle-i Nur’a muhalif cereyana taraftar olur, zıt bir mesleğe girerse” talebe ve kardeş ünvanını kaybeder. Zira, bilmek ayrı, amel etmek ayrıdır. Uygulamayı da ihlâs ile yapmak başka bir meseledir. “Bilenler helâk olur, uygulayanlar kurtulur, uygulayanlar da helâk olur, ancak ihlâs sahipleri kurtulurlar.” (Hadis-i Şerif)
Dipnot:
1- Emirdağ Lâhikası, s. 281.; 2- Emirdağ Lâhikası, s. 440. 3- İbrahim Kaygusuz, Nurun Sadık Kahramanı / Zübeyir Gündüzalp, s. 364.
07.09.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|