Birinci Söz’ün yolunda...
“Bismillâh her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil, ey nefsim, şu mübarek kelime, İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcudâtın lisan-ı
haliyle vird-i zebânıdır.”
Risâle-i Nur Bismillah ile başlar. Risâle-i Nur Külliyatı’nın bu ilk sözü, Kur’ân-ı Kerîm’in de ilk sözü olan Besmele olacaktır.
Besmele her hayrın başı olduğuna göre Risâle-i Nur tamamıyla “hayır”dır. Şüphesiz âhirzaman gibi hayırsız şeylerin etrafımızı kuşattığı bir ortamda, bu kuşatmayı yarmak için “hâzâ hayır” olan bir esere ihtiyacımız vardır.
Bismillah, Allah’ın ismiyle demektir. Buradaki isim vurgusu üzerinde durup biraz düşündüm. Böylece yıllardır zihnimde sorduğum sorulardan birine daha mantıklı bir cevap bulmuş oluyordum. Bu soru, Risâlelerin neden çok üzerinde durduğu iman veya namazla ilgili bir sözle değil de, Bismillah ile (Bismillah’a) başlamasına dair bir soruydu. “Sadece Bismillah ile başlamak için” şeklinde bir cevap, bana Hakîm ismine mazhar olmuş bir eser için yeterli gelmiyordu. Sizinle de paylaşayım:
İsim, bana Esmâ-i Hüsnâ vurgusunu çağrıştırdı.
Risâle-i Nur’un ve azîz müellifinin bütün haşmetiyle yeniden parlattığı, yeniden Müslümanlara ve mü’minlere hatırlattığı bir güzellik: Esmâ-i Hüsnâ. Risâle-i Nur baştan sona Rahman-i Rahîm’i anlatırken Esmâ-i Hüsnâ’yı kullanmış. Bu noktada aklım daha yeni okuduğum 26. Mektûb’da geçen 4. Mebhas’a, 4. Mebhas’ın da 4. Meselesi’ndeki suâle gidiyor:
Kelâm ilmiyle uğraşanların (mütekellimin) ve ehl-i tasavvuf’un dışında bir yol çiziyorsun diyorlar Risâle-i Nur müellifine. Ve ekliyorlar: “Bu yolun tevhîd yolu olduğunu bize göster!” Risâle-i Nurun müellifi, cevabı Risâle’ye bırakıyor. Çünkü bütün Risâle-i Nur’lar o yoldan gidiyor.
Bu yolu tarif ederken anlıyoruz ki, Risâleler kâinattaki her şeyde tevhid’i buluyor, gösteriyor. Bunu yaparken neyi kullanıyor? Allah’ın isimlerini yani Esmâ-i Hüsnâ’yı... İlerleyen satırlarda daha da açık ve net: “Muhyî ismi birşeye tecellî ettiği vakit ve hayat verdiği dakikada, Hakîm ismi dahi tecellî ediyor… Rezzak ismi… Muhyî ismi…”
Birinci Söz’e dönmeden önce zihnim bu yeni yolun aslında yeni olmadığını, sadece eskimediğini fısıldıyor. Çünkü bu yolun en büyük ve en güzel temsilcisi Server-i Kâinat Efendimiz (asm). Çünkü bu yolun o güzelim temsilcisinin duâsı olan Cevşen bile Esmâ-i Hüsnâ’yla dopdolu… Çünkü bu yol en kısa yol… Çünkü bu yolun adı velâyet-i kübrâ…
***
İkinci cümledeki “ona başlarız” ifadesinin daracık zihnime yaptığı çağrışımlar bile Risâlelerin hikmet yüklü olduğuna delil oluyordu. Nasıl mı?
Birinci Söz’ü ilk okuduğum günden beri hep “Neden ona başlarız denmiş, onla başlarız denmemiş” sorusuna verilecek cevapları aradım. Karşıma hepsi de birbirinden doğru, güzel birçok cevap çıkmıştı. Bir tanesini bu yazının sınırları alır herhalde:
“Ona başlarız” ifadesi bir Ezel vurgusu taşırken “onla başlarız” bu vurguyu kaybediyordu. Bir örnekle açmaya çalışayım:
Çocuğunuz “okula” başlar, okulla başlamaz. Çünkü okul daha önce vardır. Çocuğun okula başlaması ise okulun varlığına nazaran yenidir. Bir başka ifadeyle var olanla başlanılmaz, var olana başlanır. Böylece Risâleler Bismillah’ın Risâlelerden önce var olduğunu anlatıyordu. Hatta daha ötede yukarıda anlattığımız isim vurgusu sebebiyle Esmâ-i Hüsnânın sahibinin ve dolayısıyla esmâsının “ezelî” olduğunu bir harfin yokluğuyle bize hatırlatıyordu. Evet Risâle-i Nur, Bismillah’a başlıyordu. Bismillahla beraber ise başlamıyordu. Çünkü Besmele, Ezel ve Ebed Sultanı’nı gösteriyordu.
“Bil ey nefsim,” Bu kelimelerden ise hisseme düşen ilk konu Risâlelerin ve müellifinin samimiyeti ve ihlâsı idi. Gerçekten de kendi nefsine hitap ediyordu. “Çünkü nefsini ıslâh edemeyen başkasını ıslâh edemez”di. Bu dersi bizzat tatbik ederek, yaşayarak ders veriyordu.
“Bil” emri ise, nefsin Kur’ân’da sıkça zikredilen cahilliğine atıfta bulunuyor gibiydi. Nefis bilmiyordu, cahildi. Bilmesi gerekenler vardı...
Nefsimizin bilmesi gerekenlerin bir kısmına da bir sonraki yazımızda işaret edelim...
Okuyucuya notlar:
(1) Birinci Sözün ilk üç cümlesini bile bir yazıya sığdıramadık. Yine de bu anlamlar, Birinci Söz’den benim dar ve bulanık zihnime gelen mânâlardır. Bu açıdan hem yanlışlarım olabilir, hem de bu sözlerden çıkarılacak anlamlar elbette bunlarla sınırlı değildir.
(2) Uzun zaman sonra (yaklaşık 10 ay) yeniden okuyucuyla—Ramazan’da—buluşmak benim için ayrı bir şükür vesilesi… “Nüans”lara yeni bir başlangıç... Bu yazının Birinci Söz’e ayrılması biraz da bu sebebe dayanıyor. Bu vesileyle Yeni Asya okuyucularından ufak ve önemli bir talebim olacak: Duâ…
Selâm ve duâ ile efendim…
|