Geçici dünya hayatı baştan sonra imtihanlarla dolu. Bu imtihanların belki de en zorlusu ‘para’ ile olan imtihan. Gerek şahısların ve gerekse siyasî iktidarların bu imtihanı kazanmaları en zor işlerden biri. Türkiye’de ticaret, siyaset ve medya dünyasındaki bozulma; insanlar arasında ‘Paran varsa arabanı dağdan aşırırsın, paran yoksa düz yolda yolunu şaşırırsın’ kanaatinin zemin bulmasına sebep olmuş.
Elbette para her şey değildir ve çoğu zaman da ‘hiç bir şey’dir; ama son yıllarda paraya yüklenen değer insanları şaşırtmış durumda. ‘Paranın çözemeyeceği problem yok’ kanaati, maalesef mütedeyyin insanlar arasında da yer bulmuş durumda. Oysa, dünya dolusu ‘para’mız olsa ‘ecel’imizi bir dakika erteleyebilir miyiz? ‘Bir dakika ömür’ karşısında ‘sıfır’a inen milyarlar, nasıl olur da ‘her derde çare’ olarak görülebilir?
Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de siyasî iktidarları koltuğundan eden şey, ‘para’ ile olan ilişkileridir. ‘Benim hırsızım iyidir’ anlayışı başlangıçta siyasî iktidarların ayakta durmasına fayda sağlasa da uzun dönemde iktidar koltuklarını kaybetmelerine sebep olmuştur. Çünkü işin içine ‘insan hakkı’ girmekte ve yükselen ‘ah’lar bir noktaya geldiğinde ‘baraj’ın taşmasına sebep olmaktadır.
Son günlerde iktidar ile bir medya patronu arasındaki cereyan eden kavga, neticesi itibarıyla Türkiye’nin ‘dürüstlüğe’ muhtaç olduğunu gösteriyor. Siyasetin ve ticaretin içi içe girmesinin vahim neticeleri görülmüş oluyor.
Aslında bugün dillendirilen iddialar, aylar belki de yıllar önce bir şekilde gündeme gelmiş, hatta ‘fısıltı gazeteleri’ne konu olmuştu. İktidara yakın kişilere haksız ihaleler verildiği zaten her dönem dillendirilen bir iddiadır. Öte yandan bir kısım medyanın da attığı her manşetinde bir ‘hesap’ yattığı, genellikle de ‘kaz gelecek yerden tavuğun esirgenmediği’ bilinen bir gerçektir. ‘Delil’i olsa da olmasa da millet bu kanaattedir. Dolayısı ile son günlerdeki tartışma özü itibarıyla ‘yeni’ değildir. Nasıl ki Ergenekon iddianamesiyle gündeme gelen konular daha önceden bir şekilde vatandaş tarafından biliniyor ya da hissediliyordu; aynı şekilde son günlerde dillendirilen yolsuzluk ve kayırma iddiaları da bilinmeyen şeyler değildi. Merak edilen, bu iddia ve isnadların niçin bu gün gündeme taşındığıdır.
Bazı konular vardır ki, ‘şuyuu/duyulması, vukuundan/gerçekleşmesinden daha beterdir’ denilir. Mütedeyyin insanların yolsuzluk yaptığı şeklindeki iddialar bu kabil iddialar olarak görülmelidir. Sağlam, inançlı insanların değil yolsuzluk yapması, bu şekildeki ithamlara dahi muhatap kalmamaları beklenir. Bu da ancak dinin emrettiği doğruluğu sözde değil, özde yaşamakla mümkündür.
Kartel medyasının attığı her adımda menfaat gözettiği noktasında vatandaşın şüphesi yok. Dün öyleydi, bugün de öyle. Yarın da öyle olmayacağına dair bir işaret yok. Ancak siyasî iktidarların bunu bildiği halde görmezden gelmesi, onlarla anlaşması ya da uzlaşması milletçe tasvip edilmiyor. “Bu güne kadar sustuk, bundan sonra gerçekleri açıklayacağız” demek bir anlamda ‘hata’nın itirafı olarak da görülebilir.
Duâ edelim ki, başımıza açılan ‘para’ imtihanını kazanabilelim...
10.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|