İnsanların içine düşebileceği en büyük yanlışlardan biri oryantasyon kaybı olsa gerek. Yani nerede ve hangi konumda olduğunu unutup kâinata ve maddeye yön verebileceğini vehmetmek. İsviçre’nin Cenevre şehrinde son zamanlarda üzerinde sıklıkla durulan deneyle ilgili farklı kesimlerden değişik yorumlar yapılırken dünyanın sonu olabileceği, bir yaratıcının varlığını ispat edip edemeyeceği ile ilgili değişik yorumlar yapılıyor. Bu yapılırken dünyanın kâinat sisteminin genelinde bir nokta kadar bile olmadığı ve sistemin çok ince irtibatlarla her an yeniden şekillendirildiği göz ardı ediliyor. Sistemin geneli içinde büyüklük olarak hiçbir esamesi okunmayan dünyada yapılanların bu devasa sistemi etkileyeceğini düşünmek bir vehim olmaktan öte anlam ifade edemez. İnsanın unuttuğu şey yaptığı deneylerle sistemi yönlendiren ve belirleyen konumda değil gözlemleyen konumda olduğudur. Deneyler ‘Yaratıcı var mı yok mu?’ sorusuna bir cevap alanı olamaz. Çünkü Yaratan olmaksızın üzerinde deneyler yapılan yeryüzü ve kâinatın varlığı ve yine bu deneyleri yapan ve yorumlayan insanların bedenleri ve beyinleri mevcut olamazdı. Devasa bir sistemin bir parçası olan ve o sistem içinde yer alan ve beyninin çalışması için her an kâinatı şekillendiren kudrete muhtaç konumdaki insanoğlunun sistemin geneliyle kıyaslandığında dikkate bile alınmayacak küçük bir alanda yaptığı deneyle Sistemi Şekillendiren Zat’ın varlığını sorgulaması en hafif ifade şekli ile komikliktir. Burada insanın konumu sadece gözlemcilik olabilir. Yani Âlemlerin Rabbi’nin içinde yaşadığımız âlemi ne şeklilde yaratmış olabileceğini anlamaya çalışmak ve kudretin ortaya koyma tarzı ile ilgili bilgiler edinmek. Bunu dahi yaparken o mükemmel sistemin bir parçası olduğunu ve sistemin her an yeniden şekillendirildiğini unutmamak gerekiyor. Yani insanın Yaratıcı’nın yaratma alanından çıkıp bu alanı gözleme imkânı yok. Hep yaratılan olmak durumunda. Bu durumda sanki bağımsız bir gözlemciymiş gibi sorgulama konumunda olma imkânı yok. Büyük Patlama’nın tekrar yaşanması için kurulan düzenek de Âlemlerin Rabbi’nin şekillendirdiği alanda ve O’nun kudret kalemi ile çizilen kâinat kitabında cereyan ediyor. Dolayısı ile yaptığınız deneyde O’nun ile iletişim halindesiniz ve size ne kadar ipucu verirse o kadarı ile bir sonuca ulaşmak durumundasınız. Deneyin sonucunda Kâinat Sultanı’nın varlık ve yokluğu ile ilgili bir sorgulama yapamazsınız. Çünkü O olmadan siz de sorgulama konumunda olamazsınız. O halde, ‘şu sonuç çıkarsa Allah’ın varlığını doğrular bu çıkarsa sistemin kendi kendine var olduğuna işaret eder’ yaklaşımı anlamsızdır. Var olan bir sistem Vareden’siz olamaz. Sistemin bir parçası olanlar ise ancak kendilerine verilmiş olan aklın kabiliyeti ölçüsüne Vareden’in varediş tarzını anlamaya çalışabilirler. Bunu yaparken de bedenlerinin ve beyinlerinin ancak Vareden’in var ettikleri ile çalışabildiğini unutmamaları gerekiyor. Yeni deney ile ilgili internet ortamında yer alan şu bilgiler genel bir fikir veriyor:
İlk kez 1920’lerde Alexander Friedmann ve Abbé Georges Lemaître tarafından ortaya atılan Big Bang teorisinde kâinatın tek bir maddeden geldiğini öne sürülmektedir. Bu maddenin uygun şartlar altında patlamasıdır. (Wikipedia)
Albert Einstein’in izafiyet kuramı ve kozmolojik prensip. Genel görelilik kuramı bütün cisimlerin yerçekimi ile etkileşimini hatasız olarak açıklar. Kozmolojik prensibe göre gözlemcinin kâinatı gözlemlemesi, ne kendi konumuna, ne de baktığı istikamete bağlıdır. Bu prensip kâinatın makro özelliklerini açıklamakla birlikte, kâinatın sınırı olmadığını, bu sebeple Big Bang’in boşlukta belirli bir noktada değil, aynı anda bütün boşluk boyunca gerçekleştiğini ima eder.[1] Makro ölçekte evren homojen ve izotropiktir. (Wikipedia)
Yani bu teoride evren tek bir maddeden meydana gelmiştir. Bu madde gerekli şartlar altında patlama meydana gelmiştir. Bu patlama ile evren maddenin parçaları ile oluşmuştur. Peki bu patlamadan sonra? Evrenin her tarafına yayılan galaksiler gezegenler kara delikler ve güneş sistemleri.
Teoriyi büyük patlamadan gelen radyasyon olarak, ilk defa 1964‘te tespit edilmiştir. Evrenin malesef ki % 94’ünü bilmiyoruz. Yani bu teoriye göre patlama ile oluşan evrenin görebildiğimiz kısmı sadece % 4 bilim adamlarının merak ettikleri kısımda bu % 96 evrenin nasıl oluştuğu ve bu evreni oluşturan madde bu maddeye bilim adamlarının bazıları Tanrının Zerrecikleri diyorlar. Bazıları ana madde…
Patlama öyle bir düzenle yapıldı ki, Yüce yaratıcı tüm evreni öyle bir düzenle kurdu ki patlamada yani Big Bang'de bu şekilde oluşması ve canlıların yaşayabilmesi trilyon ötesi bir ihtimal. Dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısı “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” (LHC), 13,7 milyar yıl önce meydana geldiği düşünülen Büyük Patlamadan hemen sonraki başlangıç şartlarını oluşturarak maddenin sır perdesini aralayabilmek için faaliyete geçiriliyor. Aralarında Türklerin de bulunduğu 5 binden fazla fizikçi ve mühendisin 10 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı proje, son yılların en büyük bilim projesi olarak gösteriliyor. Kısaca LHC olarak anılan laboratuvarı inşa eden Avrupa Nükleer Araştırma Kurumu (CERN) Genel Müdürü Robert Aymar, Büyük Hadron Çarpıştırıcısının “dünya görüşümüzü ve kâinata bakışımızı değiştirebilecek sonuçlar üreteceğinden emin olduğunu” belirtti. LHC, Fransa-İsviçre sınırında, Cenevre yakınlarında, yerin 100 metre altında 27 kilometrelik dairevi bir tünel olarak inşa edildi.
Deney başladıktan sonra, tünel çevresinde bulunan 4 büyük algılayıcıdan ikisi Atlas ve CMS, “Higgs bozonunun izini sürecek.” CERN Müdürü Aymar, Higgs’den başka bilinenlerden çok daha ağır, çok daha fazla sayıda parçacık bulunacağını düşünüyor ve “Biz bu parçacıklara karanlık madde diyoruz” dedi. Aymar’a göre, LHC kâinatın yüzde 23’ünü oluşturan bu karanlık maddenin “ne menem bir şey” olduğunun anlaşılmasını sağlayacak. Bilim adamlarına göre, evrenin yüzde 4’ü bildiğimiz maddeden meydana geliyor, kalan bölüm ise karanlık enerjiden ibaret.
Türkiye’nin de aralarında bulunduğu Avrupa ülkelerinin yanı sıra ABD, Hindistan, Rusya ve Japonya’nın da iştirak ettiği 3,76 milyar Avro’luk proje, minik parçacık fiziğinin yıllardır kafa patlattığı dört büyük soruya cevap bulmaya çalışacak. Bu sorular şunlar: Higgs bozonunu bulmak, süpersimetrinin sırrını ortaya çıkarmak, madde ve antimaddeyi anlamak ve Büyük Patlamadan hemen sonra saniyenin binde birindeki sürede ortaya çıkan şartları yeniden yaratmak.
-Higgs bozonu: İstikrarsız karaktere sahip parçacığa, adeta “ilahi parçacık” gözüyle bakılıyor, zira birçok araştırmacı bu parçacığı teorik olarak inceledi, ama şimdiye kadar hiç kimse onu göremedi. Bozon, onu 1964 yılında “tümdengelim” (dedüksiyon) yöntemiyle ortaya çıkaran İngiliz fizikçisi Peter Higgs’in adını taşıyor. Bozonun varlığını deneyle kanıtlamak, parçacık fiziğinde bilinenleri özetleyen “standart modelin” eksik halkasını bulmak anlamına gelecek. Higgs bozonu, kütlenin nasıl kazanıldığının anlaşılmasını sağlayacak.
Bazı parçacıkların niçin kütleden mahrum olduğu da böylelikle anlaşılabilecek.
-Süpersimetre: Bu kavram, son yılların en esrarengiz keşiflerinden biriyle ilgili. Şöyle ki, görünen madde evrenin sadece yüzde 4’ünü oluşturuyor.
Kâinatın yüzde 23’ü karanlık madde, kalan yüzde 73’ü de karanlık enerjiden teşekkül ediyor. Bu konunun aydınlatılması; karanlık maddenin, “nötralino” adı verilen süpersimetrik parçacıklardan oluştuğunu gösterebilecek.
-Madde ve antimaddenin esrarı: Enerji maddeye dönüşürken, bir parçacık ve zıt kutuplu elektrik yüküne sahip bir yansıması, bir başka deyişle antiparçacığı oluşuyor. Parçacık ve antiparçacık bir araya gelecek olursa birbirlerini yok ediyor ve enerji ortaya çıkıyor. Mantık, madde ve antimaddenin evrende eşit miktarda bulunması gerektiğini söylese de, antimadde nadir bulunuyor.
-Büyük Patlamadan sonra saniyenin binde birindeki şartları yeniden oluşturmak: O sırada madde, kuark ve glüonlardan oluşan bir çeşit “yoğun ve sıcak çorba” olarak ortaya çıktı. Çorba soğuyup yoğunlaşırken, kuarklar; protonlar, nötronlar ve diğer kompozit parçacıkları oluşturdu. LHC, ağır iyonları birbirleriyle çarpıştırarak bir anlık da olsa, Güneş çekirdeğindekinden 100 bin kat daha yüksek sıcaklık elde etmeye çalışacak. Bu çarpışmalar sırasında kuarklar ortaya çıkacak. Araştırmacılar, serbest kalan kuarkların maddeyi oluşturmak için ne şekilde ve nasıl birleştiklerini gözlemleyebilecek.
-LHC çarpıştırıcısı “hadron” ailesinden hidrojen protonlarını, ışık hızının yüzde 99,999’uyla 27 kilometrelik tünele fırlatacak.
-Yerin 100 metre altında saniyede 1 milyar proton çarpışması meydana gelirken, yer üstündeki 3 bin bilgisayar saniyede 100 kadar çarpışmayı analiz edecek. Toplanacak veriler, değişik ülkelerde CERN’le bağlantılı araştırma merkezlerine anında iletilecek.
-Tünel dünyanın en soğuk “buzdolabı” olacak, zira süper iletken mıknatısları eksi 271,3 dereceye kadar soğutuldu. Eksi 273,15 mutlak sıfır kabul ediliyor.
-Tünel boyunca sıralanan dört çarpıştırıcı devasa boyutlarda. En büyükleri Atlas, 25 metre çapında, 46 metre boyunda bir silindir. Ağırlığı 7 bin ton kadar. 3 bin kilometreyi bulan kablolarla sarmalanmış halde. Silindirin yerleştirilebilmesi için, 300 bin ton taş ve toprak kazıldı, 50 bin ton beton döküldü. Atlas, bir yıl içinde, dünyanın en büyük kütüphanesi olan Kongre Kütüphanesindeki 3 milyar kitaptakinden 160 kat fazla veri toplayacak.
Bütün bu halleri sorgulayabilecek ve deneyleri yapabilecek özellikte insanları yaratmış olan Kâinat Sultanı kendi kudretinin inceliklerine ve sanatının mükemmelliğine kapılar aralıyor. Bu perdelerin aralanması anlamına geliyor. Bundan sonraki haftalarda Higgs bozonu, Hadron tanecikleri gibi konular üzerinde durup deneyle ilgili farklı yorumlara ve deneyin işleyişine Risâle-i Nurun aydınlığında kalmasını niyaz ettiğimiz 34. pencereden bakmaya çalışacağız.
15.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|