Canlıların hayatı için gözümüze çarpan en belirgin ihtiyaç rızık ihtiyacıdır. Kâinat Yaratıcısı Rabbimiz yarattığı her varlık için mutlaka belli oranda bir rızık takdir etmiştir. O “Rezzak-ı Hakikî”dir. Gerçek rızık verici Rabbimizdir, geriye kalanlar ise sadece vasıtadırlar. Şüphesiz biz insanlar dışındaki bütün canlılar kendilerine mahsus dillerle sadece Rabb-i Rahimden rızıklarını istemektedirler.
Biz insanlar ise çoğu zaman sebeplere fazlasıyla müracaat eder, rızık vericinin onlar olduğu vehmine kapılırız. Bu, rızkı sebeplerden isteme ameliyesi hakikat nokta-i nazarında insanları gülünç bir duruma düşürmektedir. Aklı başında, tahkikî imana sahip olan insanlar elbette asıl rızık vericinin Allah olduğunu bilir ve diğer ihtiyaçlarının temini gibi, rızıklarının da kendilerine verilmesi için sadece o Rahman ve Rahim olan Allah’tan isterler.
Rızkın canlılar hayatındaki önemini kavrayabilmemiz için bizlerin zaman zaman aç kalması gerekiyor. Çünkü devamlı tok olan insanlar açlığın ne olduğunu bilemez. Bu durum onları gaflete sürüklemektedir. Bu sebeple Rabbimiz, yılın bir ayında oruç tutmamızı bizlere farz kılmıştır. Tâ ki, rızkın insan hayatındaki ehemmiyetini bilelim ve bize verilen sayısız nimetlere karşı Mün’im-i Hakikî olan Rabbimize devamlı şükredelim.
Ayrıca insan midesinin kontrolsüz bir şekilde doldurulmaya alıştırılmasının insan hayatı üzerindeki olumsuz etkisini de bu günlerde daha iyi anlayabiliriz. Devamlı tok olan bir insanın aç olan insanların halinden anlayamaması ve bu durumunun devamı için insanların başkalarının zararı pahasına da olsa hep kendi menfaatini düşünmesi hadisesi sürekli tokluğun insanlar için ne kadar tehlikeli sonuçlar doğurabileceği gerçeğini bize hatırlatmaktadır.
Diğer yandan insanları zalimleştiren ana kaynağın açlık korkusu olduğunu söyleyebiliriz. Rabbimizin Rezzak sıfatını anlayamayan insanlar aç kalmamak ve devamlı varlık içinde yaşamak için hemcinslerinin hukuklarına tecavüz etmekten kendini alamazlar. Ve hatta diğer insanları sömürmek için kendilerini mazur görmekten de çekinmezler. Diyebiliriz ki, insanlar arasındaki boğuşmaların temelinde bu aç kalma korkusu önemli bir yer tutmaktadır.
Bütün bunları düşündüğümüzde, oruç gibi nezih bir ibadetle Rabbimizin bizleri nefis terbiyesine yönlendirdiğini anlarız. Çünkü, insanları yaratan o yüce Yaratıcı, insanların hangi durumlarda canavarlaşabileceği ve hangi durumlarda insanî cevherlere uygun bir insan olabileceği gerçeğini çok iyi bilmektedir. O Rabb-i Rahim, biz insanları ebedî saadete lâyık hale getirmek için birçok ibadetle birlikte, oruç ibadetini de bizlere farz kılmıştır. Çünkü O bizlerin yaratılışımıza uygun bir hayatla dünya hayatımızı geçirmemizi istemektedir. Bunun için bütün yolları bize göstermiştir.
Ebedî saadeti elde etmek için gereken bütün emirleri, Hâlık-ı Teâlâ, Habibi olan Resûlü vasıtasıyla bizlere bildirmiştir. Kur’ân-ı Azîmüşşan, bizlere imtihanı kazandıracak hakikatlerle doludur. Ayrıca Rabbimiz sadece kitap göndermekle yetinmemiş, o yüce kitabı bizlere tefsir edecek ve içindeki hakikatleri hayatına en güzel bir şekilde geçirecek bir Rehber-i Ekmel de(asm) göndermiştir. Bütün bu gerçekleri görmemek için kör olmak gerektir. Bütün mesele biz insanların, şeytanların ve nefsimizin cenderesinden kendimizi kurtarabilmemizdir. Bu elbette kolay olmayacaktır. Çünkü, ebedî saadetin yaşanacağı Cennet ucuz değildir. Rabbimizin tükenmez hazinelerinden ebediyen istifade edebilmemiz için bu fani dünyada bazı bedeller ödemememiz gerekir.
Bu dünyadaki lezzetlerden kendimizi mahrum etmeyip, gafletli bir hayat yaşarsak, hangi yüzle o yüce nimetlere talip olabiliriz? Allah’a asi olup, küfür ve günah karanlıkları içinde yaşayanları bir tarafa bırakalım. Görünürde bunlar zaten imtihanı kaybetmişlerdir. Asıl mesele, kazanacak gibi görünüp kaybetmektir. Kazanma imkânını elde edip de, dünyanın fani hevesleri uğruna yeterince Rabbimizin rızasını kazanmazsak, asıl o zaman bizim için çok yazık olur...
15.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|