Hakikat mesleğini tam olarak kavrayabilmek için hakikate ulaştıran “kelâm, tasavvuf ve hakikat” yolları hakkında özet bilgiye ihtiyacımız var. Zira, yaratılışın en büyük sebebi, hikmeti, gayesi, Allah’a imân ve mârifetullahtır. Yâni, Allah’ı kâinata tecellî eden bütün isim ve sıfatlarıyla tanımak ve sevmektir. Yâni, sonsuz ihsan ve ikramlarını anlayıp, idrak edip sevmektir. Ve gerçek huzur ile mutluluğa kavuşmaktır.
İşte, bu hedefe, yâni Allah’a ulaştıracak birçok yol var. Bunlar İslâm literatüründe, üç kategoride ele alınır:
Kelâm yâni İslâm felsefesi, tarikat ve hakikat.
1- Kelâmcılar; daha ziyâde akıl yürütme yolu ile, delillere dayanarak Allah’a ulaşmayı hedefler.
Sanayi devrimiyle müthiş bir ivme kazanan kitle iletişim vasıtaları ve teknoloji; batıl felsefik düşünceleri her tarafa yayarak tahribatını çok kısa zamanda en ücra köşelere kadar ulaştırıyor, Müslümanların iç dünyasını tahrip ettikten sonra maddî güç ve güzelliklerini de yok ediyor... Küfür, inkâr, dinsizlik, eyyamcılık, ahlâkdışılık, teknik bir güç kazanmış.
İşte böyle dehşetli bir zeminde İslâm felsefesi diyebileceğimiz kelâm (ispat-ı Vacibü’l-Vücut, yani Allah’ın varlık ve birliğinin ispatı başta olmak üzere, iman esaslarını delillere dayandırarak izah eden bir ilim dalı) İslâm tarihi boyunca önemli hizmetler vermiş. Ne var ki, son 200-300 sene boyuncu gerileme sürecine girmiş, bir varlık gösterilememiştir.
2- Tasavvuf, tarikat; kalp, gönül ayağıyla hareket eder.
Tasavvuf hal ilmi, iç duyuş; eğitim merkezi tarikat ise, ruh/duygu, nefis terbiyesi müessesesidir. Eski devrin şartlarına göre, hakikate ulaşmak, iman esaslarını geliştirmek, nefsi terbiye etmek, büyük çapta tasavvuf/tarikat vasıtasıyla olmuş. Tasavvuf ve tarikat, daha ziyade kalp ayağıyla hareket eder.
Oysa insan, yalnız kalpten ibaret değil. Akıl, kalb, vicdan, sır gibi onlarca olumlu-olumsuz duygu ile yüzlerce lâtifeye sahip. Gerek bu yapısı, gerekse ilim, iletişimde kazanılan inanılmaz boyutlar, çağın insanına, “Neden, niçin, nasıl, kim?” sorularını sorduruyor. “Kim yarattı, niçin yarattı, nereden geldik, nereye gidiyoruz, bu dünyada işimiz nedir?” gibi meseleleri enine boyuna sorgulamadan, akıl ve vicdanını tatmin etmeden kabul etmiyor. Aslında bu soruları dillendirmese de, çağın gereği olarak zihninde, aklında, vicdanında yankılanır, dururlar.
3- Hakikat ise; akıl, kalp, his, mantık ve sâir bütün duygu ve lâtifelerle hareket ederek doğrudan doğruya gerçeklere ulaşmaktır. Eserden müessire, sanattan sanatkâra, yaratılmışlardan Yaratana…
“Eğer, insan yalnız bir kalbden ibâret olsaydı, bütün mâsivâyı terk, hattâ Esmâ ve Sıfâtı dahi bırakmak, yalnız Cenâb-ı Hakkın zâtına rabt-ı kalb etmek lâzım gelirdi. Fakat, insanın akıl, ruh, sır, nefis gibi pek çok vazifedar letâifi ve hasseleri vardır. İnsan-ı kâmil odur ki, bütün o letâifi, kendilerine mahsus ayrı ayrı tarîk-ı ubûdiyette, hakikat cânibine sevk etmek ile, Sahabe gibi geniş bir dairede, zengin bir sûrette; kalp, bir kumandan gibi, letâif askerleriyle kahramanâne maksada yürüsün. Yoksa kalp, yalnız kendini kurtarmak için askerini bırakıp tek başıyla gitmek, medâr-ı iftihar değil, belki netice-i ıztırârdır.” (Sözler, s. 456)
15.09.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|