Kur’ân-ı Kerim, İncil gibi sadece bir irşad ve mev’ize ve ahlâk kitabı mıdır? Zira kimi ilâhiyatçılar ve Seyyid Kutup gibi şahsiyetler Kur’ân-ı Kerim’e bu zaviyeden bakıyorlar. Kur’ân-ı Kerim yatay ve dikey boyutlu olarak müheymin ve cami bir kitaptır. Bütün asırlara baktığı ve hitap ettiği gibi bütün mekânlara da bakar. Bunun dışında Hazreti Peygamber (a.s.m.) nasıl diğer bütün peygamberlerin varisi ise Kur’ân-ı Kerim de bütün kitapların varisidir. Bundan dolayı yine Kur’ân-ı Kerim’e göre sıfatı müheymindir. Yani sabık kitapların bütün özelliklerini bünyesinde toplamıştır. Bu açıdan diğer kitaplar tahrif edilerek zamana ters düşmüş ve anakronik hale gelmiştir. Anakronik olmayan tek kitap Kur’ân’dır. O bütün zamanlara hitap eder. Bir zamanın değil, bütün zamanların modernizmini kapsar. Bundan dolayı Ekber Şah gibi modernistlerin kendi zamanlarıyla ilgili modernist telâkkileri eskimiş, ama Kur’ân hâlâ bütün zamanların rehberi olmaya devam etmektedir. Bundan dolayı merhum İskilipli Atıf Hoca 'Kur’ân, asrî değil a’saridir’ demiştir. ‘Ma farratna fi’l kitabi min şey’in ve ‘Kitapta yaş kuru hiçbir şey bırakmadık’ denmesi ve benzeri âyetler Kur’ân-ı Kerim’in hem eski kitaplara, hem de yeni modern zamanlara nazaran hiçbir şeyi ihmal etmediğini ortaya koymaktadır. Bazı sahabeler küçük büyük ne kaybederse—isterse bu iğne olsun—Allah’dan isterlermiş. Felsefe ise güya Allah’ı tazim babından onu kâinatın tasarrufundan uzaklaştırıyor. Saygı ve hürmet adına onun sıfatlarını tatil ediyor. Büyütürken küçültüyor. Güya ahlâken büyütürken vücudî olarak küçültüyor. Kuşkusuz, günümüzde bazı İslâmî camialarda da gençleştirme projeleri de bunun bir başka örneğini yansıtmakta ve teşkil etmektedir. Kur’ân bütün yönlere bakar ve dolayısıyla sadece İncil’in irşadı ve ahlâkına varis değildir. O aynı zamanda müheymin, muaddil ve musahhih yönüyle Tevrat’ın Tekvin kitabına da varistir ve onu tashih eder.
***
Kur’ân-ı Kerim, müheymin özelliğinden dolayı kevnî âyetlere de temas etmekte ve bu teması bilinmeyen bir takım sırlara havi olduğundan dolayı kevnî âyetleri ifşa eden bu âyetlere i’caz el ilmi (ilmî mû'cize) denmektedir. Zamanla Peygamberimizin kevnî mû'cizeleri reddedilerek tek mû'cizesi Kur’ân-ı Kerim olarak takdim edilmiştir. Bununla birlikte son sıralarda bu küllî mû'cizenin ilmî i’caz boyutları gibi boyutları da ya reddedilip, ya da asgarî seviyeye indirilerek budanmıştır. Halbuki, Kur’ân lâfzıyla beyanî bir mû'cize olduğu gibi maziden ve gelecekten yaptığı doğru ihbarat-ı gaybiyesiyle de ilmî mû'cizedir. Maalesef günümüzde kâsır akıllı ve absürd bazı ilâhiyatçılar Kur’ân-ı Kerim’in bu boyutunu zımnen red ve inkâr etmektedirler. Güya Kur’ân ilim ve fen kitabı değilmiş. Ama camiiyeti yani toplayıcılığı ve müheyminiyeti içinde bu boyutta saklıdır. Kur’ân-ı Kerim siyaset kitabı da değildir, ama orada ‘şavirhul fi’l emr’ ve ‘emruhum şura beynehüm’ gibi âyet-i Celileler vardır. Tevrat Cenâb-ı Hakk’ın kâinatı def’aten ve sonrasında tedricen 6 günde yarattıktan sonra sabat günü (cumartesi) istirahate çekildiğini yazmaktadır. Kur’ân istirahate çekilmeyi reddeder. Kullu yevmin fehuve fi şe’nin âyeti Cenâb-ı Hakk’ın daima hallakiyet ve diğer sıfatlarıyla muttasıf olduğunu ve bu sıfatlarının hiçbir zaman tatile uğramadığını ifade eder. İstirahat ve dinlenme dönemlerine muhtaç olmadığını ortaya koyar. Bırakın Cenâb-Hakkı insanoğlu bile cennette yorgunluk ve hastalıktan (Vasab ve nasab) muaf ve beri olacaktır. Hal böyle iken Tevrat Allah’ı kulun altına düşürmekte ve noksan olarak tanıtmaktadır. Oysa ki, o noksan sıfatlardan münezzehtir. İnsan halifesi olarak onu taklit eder, ama sıfatlarında ortaklık yoktur. Allah taklid yoluyla sadece insanı öğretir, yoksa sıfatları müşterek değildir. Tevrat’a ilâve olarak Cenâb-ı Hakk yedi kat semayı iki günde düzenlediğini (Fussilet: 11/12) beyan etmektedir. Dolayısıyla bazı arsız ve utanmaz müşteşriklerin ileri sürdükleri gibi Kur’ân-ı Kerim, Tevrat’ın kötü bir kopyası değildir. Teşriî yani hukuken de icazu’l ilmî olarak da Kur’ân muharref Tevrat’a rüçhaniyet arz etmektedir. Halep orda ise arşın burada.
***
Kur’ân-ı Kerim’in i’cazu’l ilmî dedikleri boyutu vardır. 12 Eylül (2008) akşamı Ceviz Kabuğu programına katılan bir ilâhiyatçı yine bu boyutu ketmeden konuşmalar yaptı. Kur’ân-ı Kerim bu konularla ilgilenmezmiş. Bu ilâhiyatçılar Kur’ân-ı Kerim’e felsefe gözlüğüyle bakıyorlar. Nasıl ki kimi filozoflar Allah’ı tenzih etmek için onu kâinatın tasarrufundan alıkoymuşlarsa, kimi ilâhiyatçılar da Kur’ân-ı Kerim’i güya konjonktürel çelişki ve tenakuzlardan korumak için sadece duâ ve irşad kitabı seviyesi ve derekesine indirmeye çalışıyorlar. Yani İncilleştiriyorlar. Halbuki Kur’ân bize kevnî âyetlerden söz etmektedir. Söz gelimi, kâinat önce tek bir kütle iken parçalanmış ve sonra da parçaları günümüze kadar büyümektedir. Enbiya Sûresi 30’uncu âyette sema ile dünyanın önce bütün olduğunu ve sonra da birbirinden ayrıştırıldıkları ifade edilmektedir (kaneta ratkan fefetaknahuma). Müfesirler bu âyetten bing bang teorisine yol bulmaktadır. Sular dahi böyle ayrıştırılmıştır. Musa’nın (Aleyhisselâm) 12 gözesi gibi denizler arasında da görünmez sınırlar vardır. ‘Merecel bahreyni yeltakiyani ve beynehuma berzahun la yebgiyani’ âyeti tatlı ve tuzlu sular arasında görünmez geçitlerin olduğunu ortaya koymaktadır. Görünür ve görünmez varlıklar arasında buna benzer perdeler vardır. Bunlar boyut farkıdır. Görünmez varlıklar Reşid Rıza’nın zannettiği gibi sadece mikroskobik varlıklar olmayıp cin, peri ve melek gibi ruhanî ve duhanî varlıklar da buna dahildir. Ve inna le musiun âyeti de kâinattaki genişlemeyi konu etmektedir. Kur’ân’da büzülme ve genişlemeyle alâkalı âyetler vardır. Sudan gayrı bütün maddeler soğuk karşısında büzülürken o kütlesini arttırmaktadır. Kur’ân-ı Kerim kitabı kâinatın sağlama kitabıdır o ebedî rehberdir ve ondan öğreneceğimiz çok şey var.
15.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|