Yolsuzluk, kısaca; bir görevi ya da bir yetkiyi rüşvet, adam kayırma, zimmet gibi fiiller çerçevesinde kötüye kullanma olarak tanımlanır. Siz buna, ahlâken ve vicdanen dumura uğramışların hiçbir ilkeyi gözetmeksizin sahte Babil kulelerinin efendisi olma hevesiyle tüyü bitmemiş yetimin malına göz dikmiş şeref ve his yoksulu kimselerin işi de diyebilirsiniz. Yolsuzluk iddialarının ayyuka çıktığı son günlerde Bediüzzaman’ın “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” sözünü daha da anlamlı kılan, iktidarın sonsuz ve dayanılmaz cazibesinden ve imkânlarından faydalanabilmenin iktidar ile şöyle veya böyle, dürüstlük sınırlarının dışında, oportünist bir yaklaşımla hemhal olmaktan geçtiğini görmemiz oldu. Bu yaklaşım; dinî, ahlâkî ve vicdanî ilkelerin çıkar ilkeleriyle yer değiştirmesi anlamına gelmektedir. Fikri hezeyanlaştıran, ahlâkı sukuta uğratan gaddar ve zalim siyaset; ancak böyle vicdanı olgunlaşmamış prematüreler doğurabilirdi, onu da görmüş olduk.
İşsizlik ve yoksulluğun giderek arttığı, büyümenin neredeyse durduğu bir dönemde, ana-babaların çocuklarını okula gönderebilmek için canhıraşane bir hayat mücadelesine giriştiği bir anda yaşananları algılayabiliyor musunuz? Milletin gözü önünde havada uçuşan mektuplar, sana olmaz bir başkasına söz verdik demeler, yarım elma-gönül alma harekâtları, sümenaltılar, tehdit ve şantajlar ile sen beni görme, ben de seni görmeyeyim havaları ve trilyonlarca liralarla ifade edilen bir saltanata abanma, pastadan pay kapma çabaları… Böyleleri için zebanilerin ayak sesleri dünyadan duyulur; tabiî dinlerseniz.
Görünen o ki, artık kurumsallaşan bir yolsuzluk ağının içerisindeyiz. Hükümet olmayı, organize yolsuzlukların sevk ve idaresi, hükümete yakın olmayı da bu sevk ve idareden nasiplenme olarak algılayan siyasî yozlaşmanın tam ortasındayız. C. Can Aktan’ın bir makalesinde kategorize ettiği siyasal ahlâk ve davranışları bozan siyasal yozlaşma türlerinin—rüşvet, irtikâp (zorla yiyicilik), zimmet, adam kayırma (iltimas), akraba kayırmacılık (nepotizm), eş-dost kayırma (kronizm), partizanlık, oy ticareti, rantçılık, vurgunculuk gibi—hangisini yaşamıyoruz ki? Tam bir oportünizm hali. Kendi çıkarları doğrultusunda kural tanımaksızın hareket etmek, değişik konumlarda değişik davranışlar göstermek ve fırsatçılık durumudur bu. Şahsî menfaat elde etme çabası hastalığının ferdî bir hastalık olmaktan çıkarak toplumsal bir çözülmeye yol açan siyaset anlayışı haline gelmesi temel bir problem olarak toplumumuzu tehdit ediyor. Dürüstlüğü temel prensip olarak benimseyen, güzel ahlâk ve faziletle donanmış daha nitelikli nesiller yetiştirme, toplumu bu yönde geliştirme ve yönlendirme çabası içinde olması gereken siyaset kurumunun kendisinin dürüstlükten sapmış olmasının, aslında, bize bakan yüzünü de görmezden gelmemek gerekir. Bunu gördüğümüz zaman, “Benim memleketimin insanı bunları hak ediyor mu?” türünden soruları da sormaktan vazgeçeriz. Belki o zaman, “Bunların hepsi bir zaten, al birini vur ötekine” deme kolaycılığından da kaçarız. Belki de meselenin can alıcı noktası bu yüzleşmedir. O da şudur:
Basit bir alış verişten sonra dahi, “Fiş almasak ne kadar olur?” şeklindeki yaygınlaşan alış veriş kültürü, ruhsat aralarına sıkıştırılan paralarla trafik cezalarından kurtulma hevesleri, kitaptan cd’ye bilumum korsancılık anlayışı, vergi vermemek, vergi kaçırmak için akla hayale gelmedik alavere-dalavereler, her şeyden kaçırma-çalma üzerine kurulu bir hayat felsefemizle makro düzeyde yaygınlaşan yolsuzluğun suç ortaklığını yapmıyor muyuz acaba? Bizde yolsuzluk bir hayat tarzı haline gelmiş sanki. Siyasetteki kirlenmişliğe toplum olarak karşı çıkamayışımızın, bu kirlenmişliğe bir tepki gösteremeyişimizin altında bu yatıyor olmasın sakın. Bu yüzden, temiz siyaset için yapılan beyaz yürüyüşlere vicdanlardan başlamalıyız.
16.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|