Eskiden beri Türkiye’deki müzelerde, yerli ve yabancılara (turistlere) farklı fiyat uygulanmasının hoş olmadığından yakınırdım. Ben Ayasofya’ya girişte Türk kimliğimi gösterip cüz’î bir miktar öderken, yabancı uyruklu birisi benim ödediğimin belki üç-beş kat fazlasını ödüyordu. Ama yine de bunu her zaman aklımda tutup, bununla ilgili bir şikâyette bulunmadım, bir girişimde de bulunmadım. Bunun sebebi, belki de ucunun bana dokunmayışıydı. Ta ki, yolum ikinci kere Venedik’e düşene kadar....
Bir sonbahar sabahı, erken saatlerde Venedik’e ulaştığımızda, bize tren istasyonundan Rialto Köprüsüne giden bota binmemizi söylediler. Daha önceki Venedik ziyaretimde, Venediklilerin vaporetto dedikleri ve şehirde hiç başka bir ulaşım aracı olmadığı için, toplu taşımanın mecburen tek yolu olan bu küçük teknelere hiç binmemiştim. Hem bütün şehrin yürüyerek de dolaşılabilir olmasından, hem de tarihî dokunun yürürken daha iyi hissedilebilmesinden dolayı, hep yürümüştüm. Bu sene, bavullarımızın oldukça ağır olması ve şehirde kanalları birbirine bağlayan yüzlerce köprü olmasından dolayı, vaporettaya binmeye karar verdik.
Gişeye gittiğimizde, kişi başı (sadece bir bavul taşımaya izin veren) ücretin 6,5 euro (yaklaşık 13 YTL) olduğunu öğrendik. Yapacak birşey olmadığından bindik ve otelimize ulaştık. Türkiye’de şehirler arası ulaşımda ödeyeceğimiz ücreti, ya da pahalı olarak bilinen ülkelerde bile ulaşıma ödemediğimiz ücreti, 10 dakikalık bir yolculuk için ödemiş olduk. Fakat bize en çok dokunan ve bizi üzense, daha sonra yerli bir Venedikliden öğrendiğimiz üzere, yerli halkın vaporettaya sadece 1 euro karşılığında binebilmesiydi. Bu, günde yüz binlerce turistin ziyaret ettiği bu tarihin ve dünyanın önemli şehirlerinden birinde, turistlerin tamamiyle sömürüldüğü mânâsına geliyordu. Küçük bir hesapla bile, turistler üzerinden Venedik belediyesinin günde ne kadar kâr ettiği anlaşılıyordu.
Kanalların üzerindeki köprülerde yürürken, yahut daracık sokaklardan geçerken tarihin bir sayfasından diğerine atlıyormuş gibi hissediyor insan Venedik’te. Edebiyat öğrencisi olduğum için gözümün önünde Shakespeare’in “Venedik’in taciri” adlı oyunu canlandı. Bir yandan da, tarihte okuduğumuz Venediklileri düşündüm, Diğer taraftan, Venediklilerin, daha doğrusu Venedik’in ileri gelenlerinin, zenginlerinin kumara olan aşırı düşkünlüklerinden dolayı hayatlarını kararttıkları ve inanılmaz şekilde fakirleşip belâ üstüne belâlara maruz kaldıklarını öğrendim. Yıllar boyu şehir devlet olup, dünyaya açılan liman olmalarından dolayı servetlerine servet katan Venedik halkı, kumar illetine tutulmuş ve kumarhanelerde yer olmadığında ise meydanlarda kurulan seyyar kumarhanelere gidecek kadar sapkınlaşmış. Fakiri iyice sefilleşmiş ve zengini de bütün malından, mülkünden olmuş.
Napolyon’un büyük salon diye tarif ettiği San Marko meydanının eşsiz güzelliği ve büyüklüğü, Rialto köprüsünün heyecanı ve zarafeti, her köşe başında karşınıza çıkan irili-ufaklı kiliseler, buram buram tarih kokan binaların arasında yürürken, hemen hemen herkesi “Ben buraya bir kere daha gelmeliyim” duygusu kaplıyor. Velâkin, bütün bu güzelliklere rağmen, Venedikli satıcıların ve genel anlamda servis sektörünün kabalığı ve turist avcılığı, bazı insanları Venedik’e bir daha gelmeye tövbe ettirmekle kalmıyor, İtalya’ya ve İtalyanlara da tepki göstermelerine sebep oluyor.
İnsanların rengârenk maskelerle sokaklarda dolaştıkları ünlü Venedik festivali, artık Venedik’in simgesi sayılan maskelerin her yerde satılmasına sebep olmuş. Günlük turist sayısının rekor düzeyde (bazen 150.000’i bile bulmuş) olduğu, sokakların tamamen bir pazar alanı, her boş köşenin bir gelir kaynağı olduğu Venedik’te, hemen her yerde maskelere dokunmak yasak. Aslında Venedik’teki çoğu işyerinde çoğu eşyaya dokunmak yasak. Ola ki bunu bilmiyorsanız, satıcıların inanılmaz tepkisiyle karşılaşıyorsunuz. Bazen mal elinizden hiddetle çekiliyor, bazen İtalyanca azarlamaları anlamaya çalışırken buluyorsunuz kendinizi.
Tabiî ki, her yer gibi Venedik’te de istisnalar mevcut. İnanılmaz güleryüzlü ve anlayışlı, aynı zamanda hoş sohbet satıcıları bulmak da mümkün. Aylardan Ramazan olduğundan ve Müslüman olduğunuzdan dolayı, size özel indirim yapan esnafa da rastlamak mümkün.
Ama yine de, AB'nin önemli ülkelerinden biri olan İtalya’da ve İtalya’nın en önemli turist şehirlerinden biri olan Venedik’te, bu yaşananlar hiç de hoş değil. Yaşanan bu tarz olayları görünce, insan sadece Türkiye’de değil, Avrupa’nın göbeğinde de bunların yaşandığını görüyor ve Mehmed Akif’in “Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” deyişi bir kere daha doğrulanıyor. Ülkemizde böyle durumlar yaşansa, dünya basınının ve turistlerin kıyameti koparacağı birçok şey Avrupa’nın göbeğindeki bir ülkede yaşandığı için belki de hoş görülüyor.
Fakat ne olursa olsun, rüyalar şehri Venedik’ten ayrılırken, insanda tatlı bir hatıra esintisi kalıyor.
16.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|