Bediüzzaman Hazretleri, Uhud’daki mağlûbiyet olayını ele alırken, “Mazideki Sahabeler, müstakbeldeki Sahabelere karşı mağlûp olmuşlar—tâ o müstakbel Sahabeler, berk-i süyuf korkusuyla değil, barika-i hakikat şevkiyle İslâmiyete girsin ve o şehamet-i fıtriyeleri çok zillet çekmesin”1 der.
Bunun en canlı misallerinden birisi Halid bin Velid gibi bir harp dahisi ve Amr bin Âs gibi siyaset dahilerinin Uhud’daki galibiyetlerine rağmen Hudeybiye Antlaşmasından sonra bizzat kendi ayaklarıyla gelip İslâmla müşerref olmalarıdır. Bu ikisi gibi önceden gözleri kamaştığı için İslâm güneşine bakamayan daha niceleri barış döneminde insaf ve vicdanla baktıkları için İslâmın güzelliklerini görebilmiş, Resûlullah’ın (asm) getirdiklerinin hak ve hakikat, kendisinin de her şeyiyle güven veren bir ahlâk abidesi hak peygamber olduğunu anlamışlardı.
Uhud’da düşman kılıçlarıyla şu geçici hayatlarını noktalayan, ölümsüzlüğe eren yetmiş kadar Sahabenin şehadetlerine sebep olanların bir kısmı kurtuluşu dün savaştıkları İslâmda bulacaklardı.
Olaya sebeplerden öte kader noktasından bakıldığında rahatlatıcı unsurları bulmak hiç de imkânsız değil. Bunu Hz. Ömer’in kardeşi Hz. Zeyd’in şehit edilişinde de görmek mümkündür.
Ebu Meryem, Hz. Ömer’in kardeşi Zeyd’i öldüren adamdı. O zaman müşrikti, ama o da sonradan imanla şereflenmiş, saadet halkasına katılmıştı. Birgün her nasılsa Hz. Ömer’le yüzyüze geldi. Hz. Zeyd’in şehadetini bir türlü unutamamıştı Hz. Ömer. Üzüntüsünü içine gömmüştü. Onu görür görmez, “Zeyd’i sen mi öldürdün?” demekten kendini alamadı.
Hz. Ömer’in hışmına uğramak işten bile değildi. Ebû Meryem öyle söz söylemeliydi ki Hz. Ömer’i teskin etsin, hışmına uğramaktan kurtulsundu. Hz. Ömer’in sorusuna, “Evet” diye karşılık vererek söze başlayan Ebû Meryem, ondan birazcık kendisini dinlemesini istedi. Diyordu ki: “Zeyd bu işte kazandı. Çünkü şehitliğe yükseldi. Ben de kazandım. Çünkü o beni o an için öldürseydi imansız gidecek, Cehennemi boylayacaktım. Ne o şehadeti kaçırdı, ne de ben Cehennemi boyladım. Dolayısıyla ikimiz de kazançlıyız.”
Bu cevap Hz. Ömer’i rahatlatmaya yetmişti. Sonuçta ikisi de kazanmışlardı: Biri şehadeti, diğeri de Cehennemden kurtulmayı.
Hz. Ömer cevabı beğenmiş, “Evet, bu değerlendirme gerçeğin tâ kendisi. Demek hayırlısı buymuş” diye karşılık vermişti.
Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 35.
16.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|