Şeriatın bir delili ve üç mühim İslâm kalesinden birisi 1 olan tasavvufu, mutasavvıflar çok çeşitli şekillerde tarif eder:
Tasavvuf, dinin özünün öğretisidir, iç duyuştur, hâl ilmidir, söz değil yaşayıştır. Tasavvuf, edep, hakka boyun eğmek, karşılıklı dostluk ve sevgi, hürriyet, fütüvvet, cömertlik, emir ve nehiy altında sabretmek, nefse kul ve şeytana zebûn olmamak, fuzûli işleri terk etmek, iddiaları terk, mânâları gizlemek, kalbi Allah’a bağlamak, mâsiva (kâinat) ile ilgiyi kesmek, emeli bırakıp amele devam etmek, Allah’a teslim olarak itiraz ve ihtiyarı terk etmek, dünyaya yüz çevirmek, ahlâktır. Bu açıdan bakıldığında tasavvufun ilgi sahası iki noktada toplanmış:
1- İnsanın içinde yaşadığı dış dünya.
2- İnsanın içinde yaşayan iç dünya.
Tasavvuf bu iki dünya arasında dengeyi sağlayan bir disiplindir. Bunun dayanak noktası da, şu âyetlerdir: “Kesin olarak imân edenler için yeryüzünde nice deliller, belgeler vardır. Kendi nefislerinizde, iç dünyalarınızda da böyle deliller vardır. Hâlâ görmez misiniz?”2 “Onlara gerek içinde yaşadıkları âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi, belgelerimizi göstereceğiz—tâ ki, Kur’ân’ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun. Rabbinin her şeye şâhit olması yetmez mi?”3
Tasavvufun gayesi, insanın yaratılış sırrını yakalayıp gelişmek, olgunlaşmak, tekâmül etmektir. İlim ile imân hakikatlerine, Peygamber Efendimizin (asm) Mî'rac mû’cizesinin gölgesi, mânevî gözetimi ve koruması altında, kalb ayağıyla ruhânî bir yolculuk neticesinde, zevkî, hâlî (yaşamaya dayalı, iç duyuşa dair), bir derece imân ve Kur’ân hakikatlerine mazhariyettir. İslâmiyetin olgunluğunu ve nurâniyetini gösteren bir sır. İnsaniyetin, İslâmiyet sırrıyla bir yükselmesinin madeni ve feyiz kaynağı olan tarikat; dalâletin hücûmu zamanında imânı muhafaza etmiştir.4
Tarikat, insanın Yaradanını araması, ona ulaşması, yâni emir ve yasaklarını bilip uyması ve kaçınması demektir. Allah’a ulaştıran yollar içinde bir yol; şeriat hakikatine yetişmek için bir vesîledir.5
Ruh/nefis, duygu terbiyesi de olan tasavvuf, “marifet ile gönül, hâl” yaşayışı diye açıklanır. Zühd de aynı mânâda kullanılır. Sûfîler de, “insan, kâinat ve Allah” ilişkilerini söz konusu ederler. Daha ziyade kalb ayağıyla hareket etmektir.
Aslında tasavvuftan maksat, marifet (Allah’ı bütün isim ve sıfatlarıyla bilme) ve iman hakikatlerinin geliştirilmesidir. Mi’rac-ı Ahmediyenin (asm) gölgesinde ve sayesi altında kalb ayağıyla bir seyr-i sülük-u ruhânî (ruhanî bir seyahat ve gözlem) neticesinde zevkî, hâlî (iç duyuşa, yaşayışa) ve bir derece şuhûdî (müşahadeye dayalı) hakaik-ı imâniye ve Kur’ân’iyeye mazhariyet, ulvî bir insanî sırdır.6
Tasavvufun pratiğe geçirilişi olan tarikat, gayb/metafizik âlemlere göre dizayn edilmiş olan kalbi işlettirir; bağlantıları kurar. Zira, kalb, tarikatla işler. 7
Dipnotlar: 1- Kur’an, Zâriyat, 20, 21; 2- Age, Fussılet, 53; 3- Mektubat, s. 429-430; 4- Necmeddin Şahiner, Said Nursi ve Nurculuk Hakkında Aydınlar Konuşuyor, Hartford Üniversitesi İslâmî Araştırmalar Kürsüsü Başkanı, The Müslim World Dergisi’nin ilk Müslüman Editörü Prof. Dr. İbrahim Ebu Rabi’, Prof. Dr. Nevzat Tarhan (Yeni Asya, 23 Ekim 2002) vd.; 5- Mektûbât, s. 435; 6- Mektûbât, s. 488.; 7- Mektubat, s. 429.
16.09.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|