Cumartesi akşamı (2O Ramazan 1429) Darus’s Selam Vakfı’na dâvetliydim ve iftarımızı orada açtık. Bizim masamızda Mısır ve Tunus gibi muhtelif ülkelerden simalar vardı. Dinleme faslındaydım. Konu ise hayli güncel ve aktüeldi. Yusuf Kardavi ile İran arasındaki polemik masaya damgasını vurdu. Tek konu buydu. Tunuslu olan arkadaş bu hususta ilginç anekdotlar anlattı. Teshiri’nin de bizzat Kardavi’ye doğruladığı gibi 1979 yılından beri Kahire’den Tahran’a taşınan Takrib kurumu bir zamanlar Hartum’a bir büro veya şube açmış. Lâkin bilâhare Sudan yönetimi büro vasıtasıyla Muhammed Ticani es Semavi et Tunusi’nin bir zamanlar İran’daki İrşad Bakanlığı Yayınları arasında yayınlanan ve ardından adem-i merkezi bir yapıda anonim olarak birçok yerde basılan Sümmehtedeytü/Ve (Şiileşerek) Hidayete erdim kitabını dağıttıklarını fark etmiş ve büroyu kapatmış. Burada takrip teşeyyüe alet edilmiş ve iyi niyet suistimal edilmiştir. Zaten Sünnilerin temel endişesi takiyye üzerinden bunun icra edilmesidir. Sudan İslâmî İşler Bakanı İsam Beşir de çeşitli vesilelerle Sudan ve bölgede teşeyyü faaliyetlerine temas etmiş ve doğrulamıştır. Ticani’nin bu kitabı bilâhare Can Yayınları arasında Türkçe’ye de çevrilmiştir. İngilizce çevrisi de yapılmıştır. Kimi zaman para ile kimi zaman da meccanen dağıtılmaktadır. İşin ilginç yanı Ticani’nin Tunus’da faaliyet gösteren Cemiyetü Ehli’l Beyt’in başına getirilmesi ve kitabında yazdıklarını İran’ın destek ve katkısıyla burada hayata geçirmeye ve tatbik etmeye çalışmasıdır. Buna mukabil, 1987 yılına İran’la irtibatlı olmak ve devrimi desteklemek isnadlarından yargılanan Raşid Gannuşi’ye, İttihad-ı Ulema-i Müslimin’in heyetinde yer aldığı halde Tunus rejiminin baskıları üzerine İran’a vize verilmemiştir. Ahmet Taner Kışlalı’nın deyimiye Kemalizmin en iyi yaşandığı ülke ve en laik ülke olan Tunus ile İran rejimi asında her alanda genişleyen adeta balayı suretini kazanan dostluk ve işbirliği ortamı herkesi şaşırtmaktadır. Acaba bunun zeminini ne teşkil ediyor? Tunus Arap dünyasında Hıristiyan misyonerliğin ve Şiî dailiğinin resmi olarak müsaade edildiği tek ülkedir. Bu çoğunluğa karşı rejimin dini haritayı çeşitlendirerek kendini güçlendirme ve garantiye alma gayretidir.
***
Tunus başörtüsü yasağının en katı olarak yaşandığı bir ülkedir. Bunu neden yapmaktadır? Tunus rejiminin bu planı bana bir zamanlar Butto döneminde Pakistan’dan İsveç’e giden Pakistanlı göçmenleri hatırlattı. Göçmenler arı gibi dinlerini öğrenmeye ve mihmandar ülke ahalisine öğretmeye çalışmakta ve çalışmalarıyla göz doldurmaktadır. İsveç yönetimi dinleri konusunda bu gayretli insanları nasıl engelleyeceğini ve enerjilerini nasıl boşa çıkaracağının hesaplarını yapar. Bulduğu çare Bin Ali’nin bulduğu çare gibidir. Pakistanlı Sünnilerin arı gibi faaliyet içinde olan camilerinin ve İslâm merkezlerinin karşısına Kadiyanilerin veya Ahmedilerin bir mabed kurmalarına önayak olur. Bunun sonucunda artık Pakistanlıların enerjileri heder olmakta ve dışarıya değil içeriye boşaltılmaktadır. Tunus rejiminin maksadının da bu olduğu şüphe edilemez. İşte bu veya benzeri gelişmeleri nazarı dikkate alan Yusuf Kardavi, El Mısrı el Yevm gazetesine bir açıklama yapar. Açıklama Sünnî dünyadaki teşeyyü faaliyetleriyle alâkalıdır. İki taraf içinde kardaşane bir açıklama yapar. 10 yıl önce İran’a giderken ve Hamaney’le görüşürken de Kardavi onlara aşılmaması gereken iki kırmızı çizgiden bahseder. Bunlardan birisi sahabilere sebbetmekten, sövmekten kaçınmak ve imtinadır. İkincisi de, Sünnî dünyada Şiilik faaliyetlerine girişmemektir. Lâkin Kardavi her iki hususta a çizgilerin aşıldığını fark etmektedir. Sadece o değil dai’l İslam Şehhal gibileri de Cezire’ye yaptıkları konuşmada aynı şeyleri ifade ederler. Elbette Sünnilikle Şiilik arasında ihtilâf bu iki alanla sınırlı değil. Ama ona göre bunlar asgari uyum ve birlikte olmanın fezasını ve sınırlarını ve şartlarını çizmektedir. Yoksa imamların ismeti, beda vesaire gibi birçok ihtilâflı noktası daha vardır ki onlar konu edilmemektedir. Kardavi sözkonusu konuşmasını uyarı mahiyetinde yapmıştır. Daha sonra Hasanzade, Fadlallah ve Teshiri’nin koro haline saldırmaları karşısında ‘Şiilik sünnilere göre ehl-i bidat bir fırkadır’ ifadesini açmış ve bu hususta Sünniler arasında icma olduğunu nakletmiş ve Şiilik açısından bunun asgarî tanım olduğunu ve tebdi (bidat maletme) dışında Şia’yı tekfir edenlerin de oluğuna dikkat çekmiş ama kendisinin buna katılmadığını söylemiştir. El Cezire’deki bir yazıyla Gannuşi de bu görüşleri teyid etmiş ve Kardavi’ye destek vermiştir.
***
Bunun üzerine İran ve bazı Şiî âlimleri saldırıya geçmiş ve Teshiri, Sünnî dünyada teşeyyü faaliyetlerinde bulunmadıklarını söylerken Mehr Ajansı’ndan Hasanzade Sünni kitleler arasında Şiiliğin yayılmasını Ehl-i Beyt’in mucizesine bağlamıştır. Bunun üzerine Kardavi Hasanzade’nin sözleriyle Müslüman Âlimler Birliği’nde yardımcılarından olan Ayetullah Teshiri’nin bu iddialarını çürütmüştür. Şiilerle her gün bir arada olan ve en yüksek mercileriyle temas eden Kardavi gibi bir zatın uyarısının mutlaka haklı nedenleri olmalı ve İslâm dünyası tarafından dikkate alınmalıdır. Kardavi son açıklamasında İran’ın birçok Sünnî âlimle birlikte kendisine ödül vermek istediklerini ama kendisinin bunu kabul etmediğini söylemiştir. Bunların adetlerindendir çeşitli yollarla tavlayamayınca iftiraya başvururlar. Nitekim, Kardavi meselesinde de böyle olmuş ve Hasanzade, Kardavi’nin Siyonistlerin ağzıyla ve diliyle konuştuğunu ve beynelmilel Masonluğun hizmetinde olduğunu ileri sürmüştür. Fadlallah da laiklere ve misyonerlere karşı Kardavi’nin bu kadar celalli olmadığını söylemiştir. Kardavi bunu da Fuad Zekeriya gibilerine karşı yazdığı cevap ve reddiyelerle çürütmüştür. Asıl bu hususta hesap vermesi gereken merci İran’dır ve Tunus’la ilişkileri izaha muhtaçdır. Nejad’ın yardımcısı ve dünürü Meşai’nin ‘İsrail halkı dost bir halktır’ sözlerinin tavzihe ihtiyaç duyduğu gibi. Teşeyyü dalgaları karşısında elini kolu bağlı durmayı yapıcı bir hareket gören Teshiri buna muhalefet ettiği için Kardavi’yi fitne uyandırmakla ve mezhepçilik yapmakla suçlamıştır. Ortada bir fitne olduğu doğrudur ama bu fitneyi kimin başlattığı ve yürüttüğü tartışmalıdır. Bu hususta tarihi bir yolculuk yapacak olursak; Sufi Beyazıt’ın yaptığı gibi kararsız davranmak pekâla fitnenin büyümesine hizmet etmiştir. Şayet Sufi Beyazıt oğlu Yavuz gibi biraz kararlı davranabilmiş olsaydı belki de Çaldıran’lar hiç yaşanmayacaktı. Kırmızı çizgilerin aşılmaması ve dikkatli olmak her iki tarafın da azamî yararınadır.
Daha önce Muhibbiddin Hatip ve Said Havva’nın uyarıları havaya gitmiştir ve bu defa Kardavi’nin uyarıları aynı şekilde heder olması bir kayıp olacaktır. Tehlikeyi hafifletmek ve fitneyi önlemek herkesin uyanıklığıyla mümkündür. Aksi taktirde, fitne suçlamasını yapanlar fitneyi ekenler ve büyütenler olacaktır. Kardavi en sorumlu mevkiden uyarısını yapmış ve üzerinden sorumluluğu atmıştır.
22.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|